"Allah!a ulaşmayı dilemek nedir ? Merak mı ediyorsunuz ?.
EN'ÂM-39
Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bunlar gözlerinde hicab-ı mesture, kulaklarında vakra, kalplerinde ekinnet olanlardır. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah derhal onu işitir, bilir ve görür. Derhal o kişinin gözündeki hicab-ı mestureyi alır; o kişi mürşidi, "mürşid" olarak görmeye başlar. Kulaklarındaki vakrayı alır; o kişi irşada müteallik olan şeyleri işitir ve bir an evvel tâbî olmak için Allah'ın mürşidine ulaşmaya çalışır.
Allahû Tealâ kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Kişi irşad makamının söylediği, irşada müteallik şeyleri sadece işitip mânâsına varmakla kalmaz, kalbine indirir ve onları idrak eder. O zaman kişi artık dirilmiştir. (En'am-36 ile Casiye-23 arasında illiyet rabıtası vardır.)
(En'am-36 ve 39 ile İsra-45 ve 46 arasında da illiyet rabıtası vardır.)
Her âyet, bir başka cepheden yeni bir şey ilâve eder ve daha başka cephelerden de olayın görülmesini sağlar.
Allah kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Onlar ölüdürler, ölüler aynen ölü olarak kalırlar. Ama Allah kimi de dilerse onu Sıratı Mustakîm'e ulaştırır, ruhunu Allah'a ulaştırır, onu ölü olmaktan kurtarıp hayata getirir. Bu, Allah'ın yolundaki bir hayatın başlangıcıdır. "Ölü olmak", ruhun vücuttan ayrılmasıyla noktalanır. Burada yeni bir hayat başlar ve devam eder.
Öyleyse kimler dalâlettedir? Kör, sağır ve dilsizlerin hepsi dalâlettedir.
Kimler hidayettedir? Kalp gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki ekinneti Allah kimlerden alırsa işte onlar hidayet üzere olanlardır. Ve Allahû Tealâ'nın verdiği 12 ihsanla kişi kör, sağır ve dilsiz olmaktan kurtulur; görmeye, işitmeye, idrak etmeye başlar ve konuştuğu zaman da "Allah'ın dili" olarak vasıflandırdığı insanların konuştukları gibi konuşur.
İnsanlar, Allahû Tealâ "Allah kimi dilerse"yi ne zaman kullanırsa, "Allahû Tealâ'ya ulaşmayacak bir kişi de olsa Allah onun Kendisine ulaşmasını istediği için o kişi mutlaka Allah'a ulaşacaktır." şeklinde düşünürler. "Allah'a ulaşacak bir talebin sahibi bile olsa kişi Allah istemezse o kişi asla Allah'a ulaşmayacaktır." diye farklı bir yoruma gidenler de vardır.
Dikkat edin Allahû Tealâ kişilerin kendi iradelerinden bekler sonuçları. Eğer bir insan Allah'a ulaşmayı dilemezse onun gideceği yer cehennemdir.
Eğer bir kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onu Kendisine ulaştırmayı garanti ediyorsa, kişisel irade (cüz'i irade) ile Allah'ın iradesi arasında mutlak bir beraberlik söz konusudur. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'ın verdiği bir söz var; onu mutlaka Kendisine ve cennetine ulaştıracak. Öyleyse Allahû Tealâ sadece Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi cennetine ulaştırır ve sadece bu insanı dalâletten hidayete alır. Dilemeyen bir kişiyi, "O dilemese de ben onu cennetime alırım." diye, Allahû Tealâ cennetine almaz. Aksine onu cehenneme göndereceğine dair kesin işaretler koymuştur Kur'ân-ı Kerim'e.
Öyleyse kulun talebini Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de temel veri olarak kabul eder ve talep varsa kişisel yardımını onun üzerine odaklar. Allah'ın iradi yapısı, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kul için mutlaka onu Kendisine ulaştıracak şekilde tecelli eder. Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes için, onu Kendisine ulaştırmayacak şekilde oluşur ve bu sebeple insanlar kendi diledikleri ile cehenneme girerler. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onun yardımcısıdır, mutlaka onu Kendisine ve cennetine ulaştırır. Kim de Allah'a ulaşmayı dilemezse, Allah ondan razı değildir, onun yardımcısı da değildir. Ayrıca, mürşidler de yardımcısı değildir ve onu kurtarabilecek kimse yoktur. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse onu kurtaramaz, Allah kurtarabilecek durumdadır, ancak koyduğu kanunlar gereğince O da kurtarmaz.
Allah'ın bir adı "El Adl", bir adı "El Hakk" tır. Hak ve adalet Allah'ın birer terazisiyse, o te-raziye göre Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanları kurtarması mümkün değildir. Öyleyse "Kimi dilerse onu dalâlette bırakır." sözündeki "dalâletteki insanlar", Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemedikleri için mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacak olanlardır.
Allahû Tealâ, 10 tane âyet-i kerime ile "Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin mürşidlerine ulaşması hiçbir zaman söz konusu olamayacağı için, herhangibir mürşide ulaşsalar da, ihsan la ulaşmış olmadıkları için kurtuluşlarının mümkün olmaması hasebiyle, insanların dalâlette kaldığını" söylüyor.
1)
2)
3)
4)
5)
6)
7)
8)
9)
10)
Ve Allahû Tealâ, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanların dalâlette olmayanlar olduğunu buyuruyor. Fatiha Suresinde: "Bizi mürşidimize ulaştıracak olan yardımı yalnız Senden dileriz. Bize mürşidimizi göstererek, ona tâbî olmamızı temin et ve bizi böylece Sıratı Mustakîm'e ulaştır. O yol ki başlarının üzerinde ni'met olanların yoludur. Kendilerine gadap duyulan insanlar ve dalâlette olanlar da Sıratı Mustakîm'in üzerinde bulunamazlar." diyoruz.
Allahû Tealâ, insanların başlarının üzerinde oluşan devrin imamının ruhu olan, bu ni'meti nasıl verdiğini açıklıyor.
Dalâlette olanların Sıratı Mustakîm'in üzerinde bulunmadığı bu âyette de kesinlik kazanmaktadır.
İki ayrı grup insan:
EN'ÂM-39
Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada açık bir hüviyette iki tür insan görüyoruz: Dalâlette
olanlar, hidayette olanlar. Dalâlette olanlar, kör, sağır ve dilsiz olanlardır.
Allahû Tealâ, gözlerinde hicab-ı mesture olup o gizli perde sebebiyle göremeyen,
kulakları normal olarak duyduğu halde vakra sebebiyle işitemeyen insanlardan
bahsetmektedir. Onlar irşada müteallik hususları işitemez, mânâsına varamazlar.
Mürşide (Allah'ın Resûl'üne) baktıkları zaman, o Resûl'ü, Resûl olarak kabul
etmezler. Kendileri gibi alelâde bir insan olarak kabul ederler. Hatta ona
hakaret ederler, her türlü kötülüğü yapmaya her zaman hazırlardır. Öyleyse
onlar, sağırlar, dilsizler, körler... Ve bunların müşterek vasıfları olan
ölüler...
Allahû Tealâ, ölülerin işitemeyeceğini, davete sadece işitenlerin icabet edeceğini, işitemeyenlerin de ölüler olduğunu buyuruyor.
Allahû Tealâ, ölülerin işitemeyeceğini, davete sadece işitenlerin icabet edeceğini, işitemeyenlerin de ölüler olduğunu buyuruyor.
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ
yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete)
ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme
hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme
hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle
Allah'a döndürülür.)Bunlar gözlerinde hicab-ı mesture, kulaklarında vakra, kalplerinde ekinnet olanlardır. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah derhal onu işitir, bilir ve görür. Derhal o kişinin gözündeki hicab-ı mestureyi alır; o kişi mürşidi, "mürşid" olarak görmeye başlar. Kulaklarındaki vakrayı alır; o kişi irşada müteallik olan şeyleri işitir ve bir an evvel tâbî olmak için Allah'ın mürşidine ulaşmaya çalışır.
Allahû Tealâ kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Kişi irşad makamının söylediği, irşada müteallik şeyleri sadece işitip mânâsına varmakla kalmaz, kalbine indirir ve onları idrak eder. O zaman kişi artık dirilmiştir. (En'am-36 ile Casiye-23 arasında illiyet rabıtası vardır.)
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ
ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten),
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ
tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen
kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette
bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme)
hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim
hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?(En'am-36 ve 39 ile İsra-45 ve 46 arasında da illiyet rabıtası vardır.)
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ
yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen
Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a
ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık
(gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde
koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî
âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ
edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak)
etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve
onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin
tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.Her âyet, bir başka cepheden yeni bir şey ilâve eder ve daha başka cephelerden de olayın görülmesini sağlar.
Allah kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Onlar ölüdürler, ölüler aynen ölü olarak kalırlar. Ama Allah kimi de dilerse onu Sıratı Mustakîm'e ulaştırır, ruhunu Allah'a ulaştırır, onu ölü olmaktan kurtarıp hayata getirir. Bu, Allah'ın yolundaki bir hayatın başlangıcıdır. "Ölü olmak", ruhun vücuttan ayrılmasıyla noktalanır. Burada yeni bir hayat başlar ve devam eder.
Öyleyse kimler dalâlettedir? Kör, sağır ve dilsizlerin hepsi dalâlettedir.
Kimler hidayettedir? Kalp gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki ekinneti Allah kimlerden alırsa işte onlar hidayet üzere olanlardır. Ve Allahû Tealâ'nın verdiği 12 ihsanla kişi kör, sağır ve dilsiz olmaktan kurtulur; görmeye, işitmeye, idrak etmeye başlar ve konuştuğu zaman da "Allah'ın dili" olarak vasıflandırdığı insanların konuştukları gibi konuşur.
İnsanlar, Allahû Tealâ "Allah kimi dilerse"yi ne zaman kullanırsa, "Allahû Tealâ'ya ulaşmayacak bir kişi de olsa Allah onun Kendisine ulaşmasını istediği için o kişi mutlaka Allah'a ulaşacaktır." şeklinde düşünürler. "Allah'a ulaşacak bir talebin sahibi bile olsa kişi Allah istemezse o kişi asla Allah'a ulaşmayacaktır." diye farklı bir yoruma gidenler de vardır.
Dikkat edin Allahû Tealâ kişilerin kendi iradelerinden bekler sonuçları. Eğer bir insan Allah'a ulaşmayı dilemezse onun gideceği yer cehennemdir.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta
iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı
olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil
olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler)
gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).Eğer bir kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onu Kendisine ulaştırmayı garanti ediyorsa, kişisel irade (cüz'i irade) ile Allah'ın iradesi arasında mutlak bir beraberlik söz konusudur. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'ın verdiği bir söz var; onu mutlaka Kendisine ve cennetine ulaştıracak. Öyleyse Allahû Tealâ sadece Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi cennetine ulaştırır ve sadece bu insanı dalâletten hidayete alır. Dilemeyen bir kişiyi, "O dilemese de ben onu cennetime alırım." diye, Allahû Tealâ cennetine almaz. Aksine onu cehenneme göndereceğine dair kesin işaretler koymuştur Kur'ân-ı Kerim'e.
Öyleyse kulun talebini Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de temel veri olarak kabul eder ve talep varsa kişisel yardımını onun üzerine odaklar. Allah'ın iradi yapısı, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kul için mutlaka onu Kendisine ulaştıracak şekilde tecelli eder. Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes için, onu Kendisine ulaştırmayacak şekilde oluşur ve bu sebeple insanlar kendi diledikleri ile cehenneme girerler. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onun yardımcısıdır, mutlaka onu Kendisine ve cennetine ulaştırır. Kim de Allah'a ulaşmayı dilemezse, Allah ondan razı değildir, onun yardımcısı da değildir. Ayrıca, mürşidler de yardımcısı değildir ve onu kurtarabilecek kimse yoktur. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse onu kurtaramaz, Allah kurtarabilecek durumdadır, ancak koyduğu kanunlar gereğince O da kurtarmaz.
Allah'ın bir adı "El Adl", bir adı "El Hakk" tır. Hak ve adalet Allah'ın birer terazisiyse, o te-raziye göre Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanları kurtarması mümkün değildir. Öyleyse "Kimi dilerse onu dalâlette bırakır." sözündeki "dalâletteki insanlar", Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemedikleri için mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacak olanlardır.
Allahû Tealâ, 10 tane âyet-i kerime ile "Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin mürşidlerine ulaşması hiçbir zaman söz konusu olamayacağı için, herhangibir mürşide ulaşsalar da, ihsan la ulaşmış olmadıkları için kurtuluşlarının mümkün olmaması hasebiyle, insanların dalâlette kaldığını" söylüyor.
1)
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum,
ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe
lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana
icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar
heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil
de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki
Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.2)
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe
immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ
yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı)
inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden
size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o,
dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”3)
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni
ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike
min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men
yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve
güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman
sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın)
geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden
(mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete
ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık
onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.4)
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ
ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten),
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ
tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen
kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette
bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme)
hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim
hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?5)
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim
âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû
min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında,
kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun
(Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara
Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı
dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.6)
3/ÂLİ İMRÂN-164:
Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz
bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve
yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının)
üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi
kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın)
âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir.
Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet
içinde idiler.7)
46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve
leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde
(Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte
onlar apaçık dalâlet içindedirler.8)
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe
vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid
dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul
mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün
ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik,
vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan
(insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye.
Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri)
Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak
oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna
bakın (görün).9)
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye
takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve
kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve
men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas
ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer
(salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi.
Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve
kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah'ın
hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette
bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.10)
7/A'RÂF-186: Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî
tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah kimi dalâlette
bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları
azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).Ve Allahû Tealâ, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanların dalâlette olmayanlar olduğunu buyuruyor. Fatiha Suresinde: "Bizi mürşidimize ulaştıracak olan yardımı yalnız Senden dileriz. Bize mürşidimizi göstererek, ona tâbî olmamızı temin et ve bizi böylece Sıratı Mustakîm'e ulaştır. O yol ki başlarının üzerinde ni'met olanların yoludur. Kendilerine gadap duyulan insanlar ve dalâlette olanlar da Sıratı Mustakîm'in üzerinde bulunamazlar." diyoruz.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE
(mürşidimizi) isteriz.
1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et
(ulaştır).
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd
dâllîn(dâllîne).
O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine
nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette
kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.Allahû Tealâ, insanların başlarının üzerinde oluşan devrin imamının ruhu olan, bu ni'meti nasıl verdiğini açıklıyor.
58/MUCÂDELE-22:
Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel
yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve
ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve
eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru
hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike
hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul
muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce
Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı
gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri
veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin
içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş
olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları,
altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak
olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı
oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları,
onlar, felâha erenler değil mi?Dalâlette olanların Sıratı Mustakîm'in üzerinde bulunmadığı bu âyette de kesinlik kazanmaktadır.
İki ayrı grup insan:
- Dalâlette olanlar, gidecekleri yer cehennem olanlar.
- Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanlar, gidecekleri yer Allah'ın cenneti olanlar.
