25 Mayıs 2013 Cumartesi

Ah Bir Zengin Olsam

"Allah!a ulaşmayı dilemek nedir ? Merak mı ediyorsunuz ?.


Beşer tarafımızın bitmez tükenmez ihtiyaçları, sonu gelmeyen istekleri, sınırsız hayalleri var. Bütün bunları karşılamak için imkanlarımız yeterli değilse,
“Ah bir zengin olsam!” diye iç geçiririz. Yoksulluktan canımızın yandığı demlerde ellerimizi açıp Allah’tan mal mülk, para pul talep ederiz.
Gerçi böyle durumlarda kalbimiz bize “hayırlısını istemek” gerektiğini söyler. Doğrusu da budur; fakat bir müddet sonra hayrın zenginlikte olduğu sabit bir fikir haline gelebilir. “Hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır olabileceği” ikazını unutur, edep çizgisini zorlar, inatla ve ısrarla  isteriz.


Ahiretimizi kurtaracak  zenginlik ile dünyadaki maddi zenginlik arasında bir tercih yapması gerektiğinde, Kehf suresinin 46. ayetindeki şu ilahî ikazı hatırlamalı insan:

KEHF-46: El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ(emelen).
Mal ve çocuklar dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Bâki (kalıcı) olan salih ameller (nefsi ıslâh edici ameller), sevap olarak ve emel (ümit) olarak, Rabbinin katında daha hayırlıdır.

Salih ameller (amilüssalihat) nedir? Nefsi islâh edici amellerdir.

"Salih", "salâh" ve "ıslâh" kelimeleri aynı kökten gelir.

Kişi hayata getirildiği zaman nefsinin kalbi %100 afetlerle; ruhunun kalbi ise %100 hasletlerle doludur. Allahû Tealâ, böyle bir denge unsuru husule getirmiştir. Nefsin kalbi, sadece afetlerden oluştuğu için Allah'ın bütün emirlerine karşı çıkar. Burada iki tane talep var:
  1. Ruh, Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemek istemeyen hasletlerle dolu olduğu halde nefs afetlerle doludur. İnsanların mutsuzluğunun arkasında bu vardır. Ve insanlar mutsuz... Çünkü nefsle ruh devamlı kavga halindedir ve insanların iç dünyasında bir diyalektik kavga sürer gider. Nefsin ve ruhun orduları arasındaki savaş devam ettiği sürece de kişiler iç dünyalarında hep huzursuzdur.

    İnsanların dış dünyalarında da kavga ve çatışma vardır. Kişi, nefsinde afetler olduğu için başkalarına kötü davranır; onların kalbini kırar ve devamlı o insanlarla kendisi arasında çekişme vardır. Bu da kişiyi huzursuz yapar.

    İnsanların, Allah ile olan ilişkilerinde de huzursuzluk vardır. Çünkü kişi o seviyedeyken Allah'ın emirlerini yerine getirmez, yasak ettiği fiilleri de işler. Ve neden sıkıldığını da bir türlü anlayamaz.

    İşte böyle bir dizaynda söz konusu olan şey mutsuzluktur. Ama kişi, ne zaman nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa, tasfiyeye ulaştığı zaman nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuştur. O zaman iç dünyasında sulh ve sukûn oluşur. Çünkü nefsiyle ruhu arasındaki kavga bitmiştir. Dış dünyasında da sulh ve sukûn oluşur. Çünkü artık hiçbir zaman başka insanların kalbini kırmaz, onlara kötü davranmaz, onlarla arasında bir kavga oluşmaz. Kişi başta Allah'ın emirlerini yapmadığı ve yasaklarını işlediği için huzursuzdu. Artık Allah'ın bütün emirlerini yerine getirip yasaklarını da işlememektedir. Ve huzur içindedir.

    Bu standartlar içinde nefsi ıslâh edici ameller, kişiyi mutluluğa ulaştırmıştır. Devamlı bir dünya saadetine ulaşmanın başka bir yolu yoktur. Mutlaka ıslâh-ı nefs edilecek, nefsteki afetler yok edilecektir. Bu ise daimî zikirde mümkündür. Kişinin zikri arttıkça nefsinin kalbindeki afetler de adım adım azalacak ve neticede daimî zikirle yok olacaktır. Salih ameller de nefsi ıslâh edici amellerdir. Kişi, nefsini ıslâh ettiği (tezkiye olduğu) zaman dünya saadetinin yarısını aşacağına; tasfiye olduğu zamansa dünya saadetinin bütününe ulaşacağına inanırsa o zaman bu emel, o kişiyi dünya ve cennet saadetini mutlaka yaşayacağı standarda ulaştıracaktır.