26 Eylül 2013 Perşembe

NE KAYBEDERSİNİZ Kİ?

"Allah!a ulaşmayı dilemek nedir ? Merak mı ediyorsunuz ?.


NE KAYBEDERSİNİZ Kİ?
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah bizleri birlikte kıldı. Bir yeni sohbetimizde birlikteyiz. Bizi yaratan Allahû Tealâ’ya hamdediyoruz, şükrediyoruz.
Hepiniz Allah ile isteseniz de istemeseniz de bir ilişkinin içindesiniz. O, bizi yaratan Allah, bize aklı veren Allah. Ruhundan biz insanlara üfürdüğü için, biz insanları kâinatın en üstün mahlûku kılan Allahû Tealâ.
Bir insanın hayatı Allahû Tealâ tarafından, o kişi mutlu olsun diye kendisine verilmiştir (tevdi edilmiştir). Allah insana ruhundan üfürmüş ve insanı hayat adı verilen bir muhtevayla tamamlamıştır; yaşamak, canlı olmak. Sadece iki alternatif var: Biri yaşamak, ikincisi ölmek.
Ölü olan bir insan, ruhu kendisinde iken de ruhunu Allah’a ulaştırmış olduğu zaman da her iki halde de ruhsuz kalacaktır. Çünkü ölüm, mutlaka ruhun vücuttan ayrılmasını ifade eder. Neden? Çünkü ruh için, ölen bir fizik vücut artık bir mekân olamaz. Bildiğiniz gibi nefsler için ve ruhlar için fizik vücut bir mekândır.
Sevgili kardeşlerim, rüya gördüğünüz zaman iki şekilde rüya görebilirsiniz. Birincisinde çevrenizdeki herşey sizin için fiziktir. Yani bir odaya kapıyı açmadan, kolu çevirmeden giremezsiniz. Duvarların içinden geçemezsiniz, şu anda fizik dünyamızda standartlar neyse onu yaşarsınız rüyanızda. Bunun mânâsı; o sırada berzah âlemindesiniz. Yani nefslerinize ait olan bir âlem var; berzah âlemi. O âlemde bizden evvel ölen herkes nefsleriyle yaşamlarını sürdürmektedirler.
İşte orada, o âlemde, bu dünyadakine çok benzeyen bir hayat yaşanır. Aramızdan ölerek ayrılmış olan herkes oradadır. Rüyanızda onlarla buluşursunuz, konuşursunuz; eski günleri yâd edersiniz. O zaman onlara sizi inandıracak olan sualleri sorun. Meselâ aranızda çok özel bir konuşma geçmiştir; öyle bir olaydır ki; rahmetliyle hayattayken o olayı yaşamışsınızdır. Onu sorun. Bu dünyadaki yaşantınızın bir gerçek olduğunu, orada da hayatın devam ettiğini ispat eder o size. Çünkü anlatacağı şeyler, konuştuğunuz şeyler, evvelce yaşadığınız şeylerdir. Hangi derinlikte sual sorarsanız sorun. Aldığınız cevaplarda, o ölmeden evvel onun yaşadığı devrede onunla beraber geçirdiğiniz hadiseleri, beraberce yaşadığınız olayları onun da tam olarak yaşadığını idrak edeceksiniz. İstediğiniz kadar sual sorun; aldığınız bütün cevaplarda, konuştuğunuz kişinin o rahmetli olan kişi olduğunu göreceksiniz.
İşte buraya ulaştığınız zaman ölmenin aslında bir yok olma olmadığını, yaşantının berzah âleminde devam ettiğini ve aynı aileden olan rahmetli olanların birarada yaşadıklarını göreceksiniz. Tıpkı bu dünyada onlar ölmeden evvelki hayat, orada da devam ediyor; buradaki gibi. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu sadece biz bu dünyada yaşarken, bizden evvel rahmetli olanlarla bir ilişkinin her zaman kurulabileceğini ifade etmek üzere sizlere anlatılıyor.
Bunun ötesi? Bunun ötesi; bir insanın kıyâmetten sonra yaşayacağı hayat. Sadece iki tane alternatif vardır.
1- Cennette olmak.
2- Cehennemde olmak.
İblis insanların başına korkunç bir tuzak kurmuş. (İslâm âleminin başına demek daha doğru, ötekiler zaten daha evvelden hedeflerini kaybetmişler). İslâm âleminin hedeflerini kaybetmesinin arkasında ne yatıyor? İblisin bütün İslâm âlemine kabul ettirdiği bir korkunç tuzak; İslâm’ın 5 şartı: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Bunlarla insanların mutlaka cennete gireceği iddia ediliyor. Bu konudaki inceleme göstermiştir ki; İslâm’ın 5 şartıyla hiç kimse Allah’ın cennetine giremez. 6. şart; zikirdir, 7. şart; Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemek söz konusu değilse, o kişi için takva sahibi olmak mümkün değildir. Rûm Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“Munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel, ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dile ve takva sahibi ol.
ve ekîmûs salâte: Ve namaz kıl
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): Ve müşriklerden olma.”
Rûm Suresinin 32.âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle devam ediyor:
-30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
Demek ki; fırkalara ayrılan insanlar bir bütün oluşturuyor, fırkalara ayrılmış durumdalar. Bunların dışında bir tek fırka kalıyor; Allah’a ruhunu hayattayken ulaştırmayı dileyenlerin fırkası. İşte o fırka, Fırka-ı Naciye’dir; necat bulan, neticede cennete girecek olan insanların fırkası. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
“Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.”
Görülüyor ki; takva sahibi olmayanlar şirktedir. Takva sahibi olmayanların gideceği yer, ne yazık ki cehennemdir. Sadece bir tek dilekle herkesin takva sahibi olması mümkündür; Allah’a ulaşmayı dilemek.
Sevgili kardeşlerim, bizi dinleyenler! Bir dîn öğretimi gördünüz, sizlere İslâm’ın 5 şartını öğrettiler. İslâm’ın 5 şartı da haktır, mutlaka yerine getirilmesi gereklidir. Onlar da öyle söylüyor, biz de öyle söylüyoruz; İslâm’ın 5 şartı haktır, mutlaka gerçekleşmelidir. Konumuz farklı; İslâm’ın 5 şartı bir insanı cennete ulaştırmaya yeter mi? Hayır, yetmez. Gördük ki; Allah’a ulaşmayı dilemeyenler takva sahibi olamıyor. Ama cennet de sadece takva sahiplerine ait. O zaman Allah’a mülâki olmayı dilemek, 6. şart olarak giriyor devreye.
Şimdi bizi dinleyenlere soruyoruz: İslâm’ın 5 şartıyla hareket ediyorsunuz, cennete gideceğinizi zannediyorsunuz. Ama o gördünüz ki; cennet sadece takva sahiplerine ait. Hâlâ, “Bunca âlim bilmiyor da sen mi biliyorsun?” diyeceksiniz.
Bildiğiniz gibi hidayet, insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşmasıdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
“İnne: Muhakkak ki
el hudâ: hidayet
hudâllâh: Allah’a ulaşmaktır.”
Öyleyse hidayet, ruhun hayattayken Allah’a ulaştırılmasıdır.
-2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve lân nasârâ hattâ tettebia milletehum, kul inne hudâllâhi huvel hudâ, ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
“İnne: Muhakkak ki
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak, Allah’a ruhun ulaşması
huve: İşte o
el hudâ: Hidayettir.”
Öyleyse, insanlar acaba neden hidayeti gizlemek durumunda kalmışlar? Onları korkutmuşlar. Demişler ki: “Ruh vücuttan çıkarsa, hafazanallah insan ölür. Allah korusun, insan mutlaka ölür.”
Ruh vücuttan ayrılınca insanın öleceğini zannediyorlar ve bu, İslâm’ın mahvolmasını sağlayan bir muhteva taşıyor.
Sevgili kardeşlerim, bütün ilimlerin başlangıçtaki kaynağı İslâm’dı. Bütün dünyaya İslâm âlemi; fiziği, matematiği taşıdı. Piri Reis’in haritasının esrarı hâlâ çözülememiştir. Bugünün tekniğinin ulaşabildiği, yeni yeni bulunan herşey; Piri Reis’in haritasında mevcut. O zamanki ilimle Piri Reis’in böyle bir haritayı vücuda getirebilmesi mümkün değil. Ama vücuda gelmiş harita, herkeste var. Öyleyse farklı bir dizayn var, yardım alma işlevi var.
İşte insanlar Allah’a 7 kademeli bir mesafe içindedirler. 7 tane kademe; Allah’a ulaşmayı dilemek yani ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemek; 1. kademe (3. basamak). Sonra mürşide tâbiiyet 2. kademe (14. basamak).
Tâbiiyet olmazsa ne olur? Tâbiiyet olmazsa, ruh vücuttan ayrılamaz. Kim mürşidine tâbî olursa, o dergâhta onun ruhu mutlaka vücudundan ayrılır ve o dergâhtan; tâbî olduğu yer her neresiyse oradan ayrılarak o ruh mutlaka devrin imamının dergâhına ulaştırılır. Orada insan safları; sol tarafta erkekler, sağ tarafta hanımlar olmak üzere iki ayrı grup oluşturur. Erkekse erkekler sırasına, erkeklerin safları arasında ait olduğu yeri alır. Hanımsa, hanımların safları arasında ait olduğu yeri alır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Yolculuk oradan başlar. O ruh başlangıçta ana dergâhta eğitim görecektir, sonra Allah’a doğru seyr-i sülûk isimli yolculuğa katılacaktır. 1. kata kadar çıkabilecektir. Oradaki görevini tamamlayınca 2. kata kadar çıkabilecektir ve bu görev tamamlamaların 3., 4., 5., 6., 7. kattaki işlevleri de tamamlanacaktır. Orada o kişinin ruhu zikir hücrelerinde, zikir devresini tamamladıktan sonra Sidretül Münteha’ya ulaşacak, oradan dikey bir yolculukla Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İnsan ruhu biz istesek de istemesek de Allah’a geri dönecektir. Eğer böyle bir imkândan haberimiz olmamışsa -ki bu bize mümkün görünmüyor- mutlaka insanlar bu talebin farkına varırlar. Çünkü kıyâmet günü cehennem bekçileri insanlara sorarlar: “Size Allah’ın resûlleri gelmedi mi? Ve ‘Allah’a ulaşmayı dilemezsen, gideceğin yer cehennem.’ demediler mi?”
Oradaki cevap: “Evet, bize hidayetçiler geldiler. Ama biz onlara aldırmadık, Allah hiçbir şey indirmemiştir dedik.”
Sevgili kardeşlerim! Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi bu konuda çok açık bir gerçeği simgeliyor:
-39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Allahû Tealâ, elbette önceden zaman parçaları içerisinde ne olacağını biliyor. Allah’a göre zaman parçalarının hepsi yaşanmıştır, geçmiştir. Bizim yaşadığımız bu devre ve bundan sonraki kıyâmete kadar geçen devredeki yaşantılar, hepsi Allah’a göre geçmiş zamandır.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin; insanlar Allah’a mülâki olmayı dilemek mecburiyetindedirler. Dilemezlerse, gidecekleri yer, şirkte kalacakları için cehennemdir. Öyleyse sevgili kardeşlerim, İslâm’ın 5 şartının içinde Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir husus mevcut değil. Bunun kadar önemli bir başka olay daha var: İslâm’ın 5 şartının içinde mevcut olmayan; o, zikirdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah’ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Rabbine geri dön.”
Demek ki zikir adlı bir müessese var; Allah’ın ismini: “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye sesli olarak veya sessiz olarak veya dilini de kımıldatmadan iç dünyasında tekrar etmek; bunların hepsi zikirdir. Allahû Tealâ Ankebût-45’de Kur’ân-ı Kerim’deki en büyük ibadetin zikir olduğunu söylüyor:
-29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
“Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi: Onlara kitaptan (Kur’ân-ı Kerim’den) oku
ve ekımıs salât(salâte): Ve namaz kıl
innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri): Muhakkak ki namaz münkerden ve fuhuştan men eder.
ve le zikrullâhi ekber(ekberu): Mutlaka Allah’ı zikretmek; “Allah, Allah, Allah…” diye, Allah’ı zikretmek ekberdir.”
“Mutlaka Allah’ı zikretmek (Allah, Allah, Allah…” diye Allah’ı zikretmek) ekberdir. Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de, münkerden ve fuhuştan men eden namazdan da daha büyük bir ibadettir.”
Sevgili kardeşlerim! En büyük ibadet olan zikir, İslâm’ın 5 tane şartı arasında yok. Zikir yoksa manevî tekâmül yok. Manevî tekâmül, bir insanın ruhunun Allah’a yöneldikten sonra vücuttan ayrılarak Allah’a doğru yola çıktıktan sonra, o kişinin nefsinin kalbindeki fazılların (nurların) miktarına göre taayyün eder. O nurlar, nefsin kalbinde her %7 fazl birikimini gerçekleştirdiğinde ruh, Allah’a doğru yaptığı seyr-i sülûk adlı yolculuğunda diğer ruhlarla beraber bir gök katı yükselir. O yükselenlerin hepsinin kalpleri en az o seviyeye müsaittir.
Kişi 1. gök katına yükseliyorsa, onun nefsinin kalbinde başlangıçta giren %2 rahmet nuru vardır, %7 de fazl nuru vardır. 2. defa %7 fazl nuru oluştu; ruh 2. gök katına kadar çıkabilir. Diğerleri daha üst kata çıkarlar. 3. defa %7 fazl birikimi; ruh 3. gök katında. 4., 5., 6., 7. defa %7 nur birikimi… Ruh 7. gök katında 7 tane âlem geçecektir. Son âlem zikir hücreleridir. Orada zikrini tamamladığı zaman Sidretül Münteha’ya ulaşacak, zikir hücrelerinden ayrılarak oradan da Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır ve Allah’ın Zat’ında yok olacaktır.
Böyle olmadı; kişi Allah’a ulaşmayı dilemedi. Ruh da ondan ayrılmadı; kişi öldüğü zaman artık o ruh için fizik vücut bir melce, bir sığınak değildir. Sadece bir görüntü olarak kalacaktır. Ruh için de nefs için de fizik vücut, onların sığınağı olmak yetkisini yitirmiştir, kaybetmiştir. Ruh da nefs de fizik vücut öldüğü andan itibaren artık onun içinde değillerdir. O sadece bir görüntüdür, mekân olmak vasfını kaybetmiştir.
Sevgili kardeşlerim! İşte bu noktada Azrail (A.S) ve O’nun melekleri gelip ruhu alırlar. Allah’a doğru onların yolculuğu başlar. Bu yolculuk dikey olarak 7 tane gök katını aşar. Sidretül Münteha’ya kadar Azrail (A.S) ve O’nun ekibi o ruhu götürür, Sidretül Münteha’dan sonra Allah’ın ruhu Allah’a geri döner. Eğer bu kişi Allah’a mülâki olmayı dilememişse ruhu Allah’a ulaşır. Dilemişse ruhu gene Allah’a ulaşmıştır. Allah’a ulaşmayı dilediği için 7 tane gök katını zikir sayısına paralel aşmıştır. Mürşidine tâbî olunca ruh vücudundan ayrılmıştır, seyr-i sülûka girmiştir, 7 tane gök katını diğerleri ile beraber aşmıştır, 7. gök katının 7 tane âlemini geçmiştir. Sidretül Münteha’dan Allah’ın Zat’ına ulaşmış Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Ölümle de ruh Allah’a ulaşır, nefs tezkiyesi yapıldığı zaman da ruh Allah’a ulaşır. Her hâlükârda, bir insan cehennemlik de olsa cennetlik de olsa; ruhu mutlaka Allah’a geri döner. Ruh, Allah’ın ruhudur. Ama fizik vücut ya cennete gidecektir ya da cehenneme gidecektir. İşte Allah’a mülâki olmayı dilemeyen bir insan için gidilecek yer, ne yazık ki cehennemdir.
Sevgili kardeşlerim! Bizi ilk defa dinleyenler! Kendilerine öğretilen eksik ilim sebebiyle bu söylediklerimizden haberdar olmayan muhterem dîn adamları! Sözlerimizi inceleyin! Bilgisayarın hafızasında binlerce saatlik konuşmamız var. Onları inceleyin. İncelemekten, inceleyin demekten muradımız ne? Söylediğimiz âyetlere bakın! Kur’ân-ı Kerim’de bu âyetler var mı ve âyetlerin gerçek çehresi yani batını acaba ne söylüyor?
Sevgili kardeşlerim, muhterem dîn adamları! Biliyoruz ki; size ilim öğretildi. Fıkıh öğretildi, kelâm öğretildi, hadîs öğretildi, belki tasavvufun öğretildiği insanlar da şu an aranızda, tasavvuf hocaları da ilim öğrendiler. Buradaki muhtevada eksik olan ne? Yanlış olan ne? İslâm’ın 5 şartının cennete girmek için yeterli olduğunu zannetmek. Gördük ki; Allah’a ulaşmayı dilemeden kimse takva sahibi olamıyor. Takva sahibi olamazsa cehennemden kurtulması hiçbir şekilde mümkün değil. Çünkü cennet sadece takva sahipleri sahiplerine açık. Gene görüyoruz ki; Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişiler şirktedir. Müşriklerin cennete gitmesi mümkün değil.
Bir tek dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek sizleri şirkten kurtaracaksa… Kurtaracağı kesin değil mi? Rûm-31 ve 32 açık ve kesin olarak söylüyor. Ve sizi takva sahibi kılacaksa gene Rûm-31 ve 32 aynı şeyi söylüyor. Sadece Allah’a mülâki olmayı dileyenler takva sahibi olabilir ve sadece onlar gizli şirkten kurtulabilir. Açık şirk zaten putlara tapmaktır. Onların kurtuluşunun olmadığını herkes bilir. Ama önemli olan, insanların bilmediği, onlara yanlış öğretilmiş olan Kur’ân hakikatleridir.
Şimdi dîni bugünkü dîn öğretisinden alan bütün insanlar zannederler ki; “İslâm’ın 5 şartı yeterlidir ve onu yaptık mı doğru cennete giremeyiz. Ama günahlarımız kadar Allah bizi cehenneminde hafif tertip kavurur, yakar. Ondan sonra hop; oradan çıkarız cennete gideriz.” Hayır, sevgili kardeşlerim gidemezsiniz! Cehenneme giren cehennemde kalır; 52 tane, hatta 53 tane Kur’ân-ı Kerim âyet-i kerimesi, cezalandırılmak üzere cehenneme giren bir kişinin, cehennemden çıkmasının mümkün olmadığını en açık şekilde söylüyor. Kur’ân-ı Kerim’de cehenneme girenlerin cehennemden çıkıp da cennete gireceklerine dair hiçbir âyet-i kerime mevcut değil.
İnsanlar korkutulmuşlar: “Aman Kur’ân-ı Kerim’i incelemeyin, çarpılırsınız ha!” Allahû Tealâ da bize sadece o “çarpılırsınız” dediği Kur’ân-ı Kerim’i öğretti. Biz Arapça’yı doğru dürüst bilmeyen bir dîn öğreticisiyiz. Öyleyse nasıl oluyor da 19 ciltlik bir Kur’ân-ı Kerim yazabiliyoruz? 8536 sayfa. Nasıl oluyor da 8536 sayfalık bir Kur’ân-ı Kerim’in sahibi oluyoruz? Bugüne kadar kimse bir âyetimizin yanlış olduğu konusunda bir ispata ulaşamadı. Tam aksine biz, bizim yanlış olduğumuzu zanneden kişinin kendisine ait olan veya bir başkasına ait olan Kur’ân-ı Kerim’de yanlışlığını ispat ettik onlara. Bir tane Kur’ân-ı Kerim var; O’nu Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allah yazdırdı. Bize de Kur’ân-ı Kerim’in sırları, onu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e yazdıran; Allah’ın öğretisidir.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, ne kaybedersiniz ki? Bir Allah’a ulaşmayı dilerseniz eğer, ne kaybedersiniz ki? Siz bizim karşımızda da olsanız kardeşimizsiniz, bizimle beraber de olsanız kardeşimizsiniz. Biz size düşman olamayız! Sizin karşınızda olamayız! Sadece, bu anlattığımız hakikatleri bilmeyen insanları cehennemden kurtarmak için bir faaliyetin içindeyiz. Asırlardan beri yanlış bir öğreti olan İslâm’ın 5 şartından ibaret kılınan ve Kur’ân’ın devre dışı bırakıldığı, insanların yazdığı kitaplara dayalı olan bir yanlış dîn öğretimi insanları, İslâm âlemini; hem dünya ilminin çok gerisinde bırakmıştır hem de topyekûn insanlar cehenneme doğru yürüyorlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ, kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesini yeterli buluyor. Onları mürşidlerine dilerlerse Allah ulaştırıyor, mutlaka ulaştırıyor. Tâbiiyetlerini sağlıyor, ondan sonra da Allah’a doğru yola çıkan ruhlarını Sıratı Mustakîm üzerinden Kendisine, gene Allah ulaştırıyor.
Bir insan Allah’a ulaşmayı dilediği zaman, ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilediği an Allah ondan haberdardır. Kişi 1. kat cennetin sahibi olmuştur. Allah onu mürşidine ulaştıracaktır, tâbiiyetini sağlayacaktır. Böylece kişi 2. kat cennetin sahibi olur. Bundan sonra Allahû Tealâ o kişiyi, 3. kat cennetine ulaştırmak istikametinde yardımını esirgemeyecektir. O kişinin mürşidine tâbiiyetle vücudundan ayrılmış olan ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ulaştırdığı zaman da o kişi 3. kat cennetin sahibi olacaktır. Buraya kadarı Allahû Tealâ tarafından garanti edilmiştir.
Bir insanın dünya mutluluğu ise, nefsinin kalbindeki afetlerin seviyesine bağlıdır. Bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemeden, nefsinin kalbi %100 afetlerle doluydu. Allah’a ulaşmayı diledi, mürşidine tâbî olduktan sonra nefsinin kalbini Allahû Tealâ 7 kademede %51 nurla doldurdu. Böyle bir muhteva kişinin dünya mutluluğunun %51’e ulaşmasını sağlar. Bunu Allah gerçekleştirir. Kişinin nefsinin kalbindeki %51 nur birikimi, onu dünya mutluluğunun %51’ine ulaştırır. 3. kat cennet, dünya mutluluğunun yarısı Allahû Tealâ tarafından bütün insanlara hibe edilir, karşılıksız verilir. İşte O Allah’tır ki; insanları bu kadar çok sever. Onların sadece mutlu olmalarını sağlar.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine, hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah hepinizden razı olsun.
                                                                                        E.H.