BUGÜNKÜ DÎN ÖĞRETİMİ
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili öğrenciler ve muhterem kardeşlerim! Konumuz; bugünkü dîn öğretimi. Sadece İslâm dîninde değil Musevîlik’te de Îsevilik’te de dîn, hedeflerini tamamıyla yitirmiştir.
Biliyorsunuz ki Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da tabiatıyla Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de daha evvel gelmiş yaşamış olan bir peygamber var: Hz. İbrâhîm. Ne demek istiyoruz? Yani şu anda mukaddes kitaba sahip olan 3 dîn, Musevîlik, bir başka adıyla Yahudilerin dîni; Îsevilik yani Hz. İsa’nın dîni, Hristiyan dîni ve İslâm, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in dîni. Bu 3 dîn de Hz. İbrâhîm’den sonraki devrelerde gelmiştir. Ve de Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:
“Habibim! Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya indirdiğimiz şeriatı sana da vahyetmek suretiyle -sizlere de yani sana ve sana tâbî olanlara da, bir başka ifadeyle İslâm âlemine de- şeriat kıldık. Dîni ayakta tutasınız diye ve dînde fırkalara ayrılmayasınız diye. ‘Dîninizde fırkalara ayrılmayın ve şirkte kalmayın.’ diye söylediğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini Kendisine seçer ve seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse, Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor. Şûrâ Suresinin 13. âyeti bunu söylüyor, aslında bu her şeyi söylemektir. Dînlerin mevcut olmadığını, sadece Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin mevcut olduğunu, daha evvel Hz. Nuh’un bunu yaşadığını, daha evvele gidersek, en evvel Hz. Âdem ve O’na tâbî olan herkesin bu dîni yaşadığını biliyoruz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki Allahû Tealâ Kur’ân’ın unutulmuş olan bütün yönlerini, insanları cennet ve dünya saadetine ulaştıracak olan aslî unsurlarını, bir başka ifadeyle en başta hidayeti, bize öğretti. Bu sebeple hidayet çağındayız.
Sevgili kardeşlerim! Yüzyıllardır hidayet ortadan kaybolmuş durumdaydı. İnsanlar, hidayeti olmayan bir dîn öğretisi içerisinde, öğrenenler ve öğretenler olarak görevlerini yaptıklarını zannediyorlardı. Biliyor musunuz sevgili kardeşlerim, evvelâ Musevîler dînlerini unuttular.
Dîn;
1- Allah’a ulaşmayı dilemek (3. basamak).
2- Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, mürşidlerine; Allah’ın kendilerine gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî olmaları (14. basamak, 2. safha).
3- Ruhun Allah’a ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok olarak Allah’a teslim olması (21 ve 22. basamaklar, 3. safha).
4- Fizik vücudun Allah’a teslim olması (25. basamak, 4. safha).
5- Daimî zikre ulaşarak, ulûl’elbab olarak, nefsin Allah’a teslim olması (26. basamak, 5. safha).
6- İrşad olmak, muhlis olmak (27. basamak, 6. safha).
7- İradeyi Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin edilmek, Allah’ın tayin ettiği bir mürşid olmak, hakka tukatihi takvanın sahibi olmak (28. basamağın 5. kademesi, 7. safha).
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Dîn, bundan ibarettir. 7 safha, 4 tane de teslim. Bu 7 safhanın 4 safhası teslimleri içeriyor.
3. safhada 1. teslim: Ruhun teslimi.
4. safhada 2. teslim: Fizik vücudun teslimi.
5. safhada 3. teslim: Nefsin teslimi.
7. safhada 4. teslim: İradenin teslimi.
İslâm kelimesi, slm kökünden geliyor. Sin, lâm ve mîm. Bu, teslim kelimesini de içeren, selâm kelimesinin, selâmet kelimesinin, Müslim kelimesinin, Müslüman kelimesinin, İslâm kelimesinin; hepsinin aynı kökten geldiğini biliyoruz. İşte Hz. İbrâhîm’in dînine baktığımız zaman, o dînin adının hanif dîni olduğunu görüyoruz: Hanif dîni.
Sevgili kardeşlerim! Bu hanif dîni bütün bir muhtevayı ifade ediyor. Hz. İbrâhîm’le Allah’ın arasında geçen bir konuşma Kur’ân’da ifade ediliyor. Ve kasaba halkının, Hz. İbrâhîm’in beldesinin Allahû Tealâ tarafından cezalandırılması söz konusu. Hz. İbrâhîm Allahû Tealâ’ya yalvarıyor: “Yarabbi! Sen onları bağışla. Bu kavmi yok mu edeceksin? Aralarında İslâm olanlar var.” demesine karşılık neticede sadece bir tek ev bulunabiliyor; teslim olmuş ve orada Müslüman kelimesi açık bir şekilde geçiyor.
İşte çıkardığımız netice odur ki; Hz. İbrâhîm’in hanif dîni Kur’ân’ın esaslarından hareket ettiğimizde bizi bir hedefe götürüyor. O hedefte Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin 3 esasını görüyoruz:
1- Vahdet; Allah’ın tekliği, tek bir Allah.
2- Tevhid; Allah’a ruhlarını ölmeden evvel ulaştırmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum.
3- Teslim; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimi.
Ve 7 safhada oluşan muhteşem bir dîn, kâinatın tek dîni.
Hz. Musa da Hz. İbrâhîm’den sonra gelmiştir, Hz. İsa da Hz. İbrâhîm’den sonra gelmiştir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de onların hepsinden sonra gelmiştir. Peygamberlik müessesesi, nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte sona ermiştir. Kıyâmete kadar başka bir peygamber asla gelmeyecektir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de diyor ki Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesinde:
“Muhammed aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. O Allah’ın Resûl’üdür. Ve Hatem-un Nebiyyîn’dir.”
Nebîlerin hatemidir. Yani nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte hitam buluyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile hitam buluyor, son buluyor, sona eriyor demek. Peygamber Efendimiz (S.A.V), nebîlerin hatemidir, hatem-un nebiyyîndir. Nebîlerin hatemi, nebîlerin hitam bulduğu kişi, nübüvvet müessesesinin hitam bulduğu, sona erdiği kişi. Hitama ermek, sona ermek demek. Öyleyse 1400 sene evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) son peygamber olarak görev yaptı. Nebîlerin sonuncusu. Bir daha nebî gelmeyecektir.
İşte bu dînlerin muhtevasına baktığımız zaman Musevîlerin dînine, Îsevilerini dînine ve İslâm’a baktığımız zaman hepsinin Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin aynı esaslarını taşıdığını görürüz. Hepsi de Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Bu sebeple Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’ine Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hanif olduğu gerçeğini koyuyor. Diyor ki Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde:
Allahû Tealâ: “Hanif olarak vechini (yani zatını) dîne ikame et. Dîni kıyamda tutmak üzere, hanif olarak. O hanif fıtratıyla ki; Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. İşte kayyum olan (ezelî ve ebedî olan, ezelden gelen, kıyâmete kadar da devam edecek olan) dîn, sadece bu dîndir. Ve Allah’ın yaratmasında değişiklik göremezsin.” diyor Allahû Tealâ.
İki unsur: Birincisi insanların hanif fıtratıyla yaratılması, ikincisi dînin hanif dîni olması.
Öyleyse Allah, “Bunlarda değişiklik göremezsin.” dediğine göre, ne hanif dîni değişir ne de insanların hanif fıtratıyla bu dîni yaşaması değişir. Öyleyse şunu kesin olarak ortaya koyuyor Kur’ân-ı Kerim: Dîn olarak Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin dışında hiçbir dîn oluşmamıştır. Hz. İbrâhîm’in dîni, kendisinden evvel Hz. Nuh tarafından yaşanmıştır. İlkin Hz. Âdem tarafından yaşanmıştır. Ve Hz. Âdem zamanında da bihakkın takvaya ulaşan insanların mevcut olduğunu Kur’ân-ı Kerim söylüyor. Öyleyse bihakkın takvaya ulaşılabildiğine göre, hanif dîni bütün boyutlarıyla, 7 safhasıyla birden yaşanmış. İki kardeş arasındaki anlaşmazlıkta kardeşlerden biri Kabil, diğer kardeşini (Habil’i) öldürmek üzere harekete geçiyor. Habil’in sözü şöyle: “Unutma, Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder. Sen beni öldürebilirsin ama ben sana beni öldürüyorsun diye elimi kaldıracak değilim. Buyur.” diyor.
Ne demek bu? Ölüm sırasında bile kendisini müdafaa etmek gereğini duymayan bir bihakkın takvanın sahibi kişi.
Sevgili kardeşlerim! Bir düşünün bakalım, birisi bir başkasını öldürmeye geliyor. Öldürülecek olan kişi diyor ki: “Ben sana elimi kaldırmam. Sen benim ağabeyimsin. Sen beni öldürebilirsin. Ama bil ki Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder.” Ve öldürülmeye rıza göstermesi, kendisini müdafaa etmeye gerek duymadan rıza göstermesi, onun o kademenin gerçek sahibi olduğunu gösteriyor. Salâh makamının 5. kademesi, bihakkın takva, hakka tukatihi takva.
Sevgili kardeşlerim! Öyleyse şeriat dediğimiz zaman insanlar hep kaidelerden bahseder. İşte fıkhî kaideler, İslâm hukukunun yani kaideleri, onun ötesindeki akaidin genel standartları, îmân esasları. Hep bunlar öğretilmiş, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra dîn elden gitmiş sevgili kardeşlerim.
Ehl-i sünnet vel cemaat âlimlerinin ortaya koyabildiği dîn anlayışını incelediğimiz zaman gözlerimiz açılıyor fal taşı gibi. Bu dîn öğretisinde evvelâ Kur’ân’dan ayrılışı görüyoruz. En çok hüzün duyduğumuz şey, ehl-i sünnet vel cemaat akidesinin standartlarını teker teker, onların öğrettiği açıların her birinden incelediğimiz zaman bir kâbus yaşıyoruz sevgili kardeşlerim! İnsanları toplu halde cehenneme götürecek olan bir kültür, İslâm kültürü olarak asırlarca insanlara öğretilmiş. Bu sebeple en çok ona şükrediyorum sevgili kardeşlerim, bir İlâhiyat fakültesi mezunu değilim. Eğer öyle olsaydım ne olurdu? Ben de onlardan biri olurdum. Biz de size, onların öğretisini öğretirdik ve doğruyu yaptığımızı zannederdik. Onlar biz bu açıklamayı yapmadan evvel doğruyu yaptıklarından emindiler. Çünkü ehl-i sünnet vel cemaat âlimleri onlara sadece o kadarını öğretmişti. Bu itibarla zamanımızın bugünkü dîn öğretiminin sahipleri haklı görülebilirler. Gerçekten yapabildikleri şey bu, sevgili kardeşlerim! Neden? Öğrendikleri o olduğu için. Evvelâ bir kanun var: Allah’ın kanunu: Hiç kimse öğrenmediği bir ilmi öğretemez. Öyleyse neyi öğrenmişlerse onu öğretecekler, öyle yapıyorlar. Peki, ne zamana kadar bu mazur görülebilirdi? Bizim ihtarlarımız 14 bin kişiye ulaştı Türkiye’de. Bunun dışındaki herkese de ulaştıracağız. Bu en azından 14 bin kişi, Diyanet İşleri Teşkilatı’ndan ve İlâhiyat fakültesinin öğretmen kadrosundan. İlâhiyat fakültesinin öğretmen kadrosundan hiç kimseyi devre dışı bırakmadık, hepsine gönderdik ihtarları.
Ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz: Dîn unutulmuştur. O unutulan, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. İsa zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. Musa zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. İbrâhîm zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. Nuh zamanında yaşanan İslâm. O İslâm’ın yerinde yeller estiğini söylemek istiyoruz. İslâm katledilmiş sevgili kardeşlerim. İslâm asırlar boyunca katledilmiş, bir bitkisel hayata yatırılmış, 7 safhanın yedisi de devreden çıkarılmış.
Ne görüyoruz? Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin Hz. Musa zamanında yaşandığını Kur’ân-ı Kerim söylüyor. 7 safhanın 7’sinin de Hz. Musa ve etrafındakilere farz kılındığı, Kur’ân tarafından anlatılıyor. Ama biz bununla yetinmedik. Allah’tan aldığımız emrin gereği Tevrat’ı da inceleme altında aldık, mercek altına aldık. Ve baktık ki; Tevrat’ta da 7 safhanın 7’si de farz. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Musa’nın ve O’na tâbî olanların, bu üzerlerine farz olan 7 safhanın 7’sini de yaşadığını söylüyor. Bir defa daha altını çizerek söyleyelim: Kur’ân-ı Kerim, Hz. Musa’nın ve Hz. Musa’ya tâbî olanların İslâm’ın 7 safhasının onların üzerine, hepsinin üzerine farz olduğunu yazıyor. Hz. Musa’ya da, Hz. Musa’ya tâbî olanlara da 7 safhanın 7’sini de Allahû Tealâ’nın farz kıldığı, 7 ayrı Kur’ân âyet-i kerimesinde sabit, kesinleştirilmiş durumda.
Öyleyse bir adım daha atalım. Hz. Musa ve O’na tâbî olanların hepsinin, kendilerine farz kılınan 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını anlatıyor Kur’ân-ı Kerim. Bu, konunun Kur’ân-ı Kerim cephesinden durumu. Allahû Tealâ’nın emri üzerine Tevrat’ı mercek altına aldık. Baktık ki Tevrat’ta da 7 safhanın yedisi de farz. Yeter mi? Hayır, yetmez. Tevrat’ta da 7 safhanın 7’sinin de Hz. Musa ve O’na tâbî olanlar tarafından yaşandığı ifade buyruluyor. Kesin bir ifade.
Sonra? Sonra İncil’i inceledik. Önce Kur’ân-ı Kerim’deki hükümlere bakıyoruz. Allahû Tealâ Hz. İsa’ya ve O’nun havarilerine 7 safhanın 7’sini de 7 ayrı âyette farz kıldığını söylüyor. Kur’ân-ı Kerim’de söylüyor. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. İsa’ya ve O’nun havarilerine 7 safhanın 7’sini de farz kıldığını söylüyor. Yeter mi? Hayır, yetmez. İncil’i alıyoruz ele. Bakıyoruz ki İncil’de de Allahû Tealâ 7 safhanın 7’sini de farz kılmış âyetlerle. Hepsi bizim tarafımızdan tespit edilmiş durumda. Yeter mi? Yetmez. Çünkü İncil’i incelemeye devam ettiğimizde görüyoruz ki hem Hz. İsa hem de O’na tâbî olanlar, 7 safhanın 7’sini de yaşamışlar. Allah’a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine ulaşıp tâbî olmuşlar. Meselâ Hz. İsa, aslında Cebrail (A.S)’a tâbî olmuştu ama dünya üzerinde de Hz. Yahya’ya tâbî oldu. Hz. Yahya diyor ki: “Ben onun çarığının ipi olamam. Ama O, bana böyle emrettiği için ben ona el verdim. Bana tâbî oldu.” Hem de boy abdesti aldırarak yapıyor tâbiiyeti.
Sonra sevgili kardeşlerim, bakıyoruz ki İncil, Hz. İsa ve O’na tâbî olanların evvelâ Allah’a ulaşmayı dilediklerini söylüyor, dilediklerini ispat ediyor. Sonra Hz. İsa’nın Hz. Yahya’ya tâbiiyetini, diğerlerinin de Hz. İsa’ya tâbiiyetlerini anlatıyor. Tâbiiyet de yaşanmış. Hepsinin ruhlarını Allah’a ulaştırdığını söylüyor, tâbî olanların. Hepsinin fizik vücutlarını teslim ettiklerini söylüyor. Nefslerini teslim ettiklerini söylüyor. İradelerini teslim ettiğini de söylüyor Allahû Tealâ. Hem 7 safhanın 7’si de farz hem de bu farzların hepsinin Hz. İsa ve O’na tâbî olanlar tarafından mutlak olarak yerine getirildiği.
Kur’ân-ı Kerim’e bakıyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de de Allahû Tealâ Hz. İsa’ya ve O’na tâbî olanlara 7 safhanın 7’sini de farz kıldığını 7 ayrı âyette anlatıyor. Sonra da gene 7 ayrı âyette, Hz. İsa ve O’na tâbî olanların hepsinin bu safhaların her birini yaşadığını Kur’ân’da ispat ediyor bize.
Kur’ân’ın temel muhtevasına baktığımız zaman, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in ve bütün sahâbenin 7 safhanın 7’sini de yaşadığını Kur’ân âyetleri kesin olarak ispat ediyor. Sonra da 7 safhanın 7’sinin de farziyetini, gene Kur’ân’ın âyetleri kesin olarak ispat ediyor.
Yani? Yani sevgili kardeşlerim;
Madde 1: Dînler yoktur. İslâm son dîn değildir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili öğrenciler ve muhterem kardeşlerim! Konumuz; bugünkü dîn öğretimi. Sadece İslâm dîninde değil Musevîlik’te de Îsevilik’te de dîn, hedeflerini tamamıyla yitirmiştir.
Biliyorsunuz ki Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da tabiatıyla Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de daha evvel gelmiş yaşamış olan bir peygamber var: Hz. İbrâhîm. Ne demek istiyoruz? Yani şu anda mukaddes kitaba sahip olan 3 dîn, Musevîlik, bir başka adıyla Yahudilerin dîni; Îsevilik yani Hz. İsa’nın dîni, Hristiyan dîni ve İslâm, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in dîni. Bu 3 dîn de Hz. İbrâhîm’den sonraki devrelerde gelmiştir. Ve de Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13:
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati);
“Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet
ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları,
kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi.
Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).“Habibim! Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya indirdiğimiz şeriatı sana da vahyetmek suretiyle -sizlere de yani sana ve sana tâbî olanlara da, bir başka ifadeyle İslâm âlemine de- şeriat kıldık. Dîni ayakta tutasınız diye ve dînde fırkalara ayrılmayasınız diye. ‘Dîninizde fırkalara ayrılmayın ve şirkte kalmayın.’ diye söylediğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini Kendisine seçer ve seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse, Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor. Şûrâ Suresinin 13. âyeti bunu söylüyor, aslında bu her şeyi söylemektir. Dînlerin mevcut olmadığını, sadece Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin mevcut olduğunu, daha evvel Hz. Nuh’un bunu yaşadığını, daha evvele gidersek, en evvel Hz. Âdem ve O’na tâbî olan herkesin bu dîni yaşadığını biliyoruz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki Allahû Tealâ Kur’ân’ın unutulmuş olan bütün yönlerini, insanları cennet ve dünya saadetine ulaştıracak olan aslî unsurlarını, bir başka ifadeyle en başta hidayeti, bize öğretti. Bu sebeple hidayet çağındayız.
Sevgili kardeşlerim! Yüzyıllardır hidayet ortadan kaybolmuş durumdaydı. İnsanlar, hidayeti olmayan bir dîn öğretisi içerisinde, öğrenenler ve öğretenler olarak görevlerini yaptıklarını zannediyorlardı. Biliyor musunuz sevgili kardeşlerim, evvelâ Musevîler dînlerini unuttular.
Dîn;
1- Allah’a ulaşmayı dilemek (3. basamak).
2- Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, mürşidlerine; Allah’ın kendilerine gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî olmaları (14. basamak, 2. safha).
3- Ruhun Allah’a ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok olarak Allah’a teslim olması (21 ve 22. basamaklar, 3. safha).
4- Fizik vücudun Allah’a teslim olması (25. basamak, 4. safha).
5- Daimî zikre ulaşarak, ulûl’elbab olarak, nefsin Allah’a teslim olması (26. basamak, 5. safha).
6- İrşad olmak, muhlis olmak (27. basamak, 6. safha).
7- İradeyi Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin edilmek, Allah’ın tayin ettiği bir mürşid olmak, hakka tukatihi takvanın sahibi olmak (28. basamağın 5. kademesi, 7. safha).
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Dîn, bundan ibarettir. 7 safha, 4 tane de teslim. Bu 7 safhanın 4 safhası teslimleri içeriyor.
3. safhada 1. teslim: Ruhun teslimi.
4. safhada 2. teslim: Fizik vücudun teslimi.
5. safhada 3. teslim: Nefsin teslimi.
7. safhada 4. teslim: İradenin teslimi.
İslâm kelimesi, slm kökünden geliyor. Sin, lâm ve mîm. Bu, teslim kelimesini de içeren, selâm kelimesinin, selâmet kelimesinin, Müslim kelimesinin, Müslüman kelimesinin, İslâm kelimesinin; hepsinin aynı kökten geldiğini biliyoruz. İşte Hz. İbrâhîm’in dînine baktığımız zaman, o dînin adının hanif dîni olduğunu görüyoruz: Hanif dîni.
Sevgili kardeşlerim! Bu hanif dîni bütün bir muhtevayı ifade ediyor. Hz. İbrâhîm’le Allah’ın arasında geçen bir konuşma Kur’ân’da ifade ediliyor. Ve kasaba halkının, Hz. İbrâhîm’in beldesinin Allahû Tealâ tarafından cezalandırılması söz konusu. Hz. İbrâhîm Allahû Tealâ’ya yalvarıyor: “Yarabbi! Sen onları bağışla. Bu kavmi yok mu edeceksin? Aralarında İslâm olanlar var.” demesine karşılık neticede sadece bir tek ev bulunabiliyor; teslim olmuş ve orada Müslüman kelimesi açık bir şekilde geçiyor.
51/ZÂRİYÂT-36:
Fakat orada, bir evden başkasında, müslümanlardan (bir kimse) bulamadık.İşte çıkardığımız netice odur ki; Hz. İbrâhîm’in hanif dîni Kur’ân’ın esaslarından hareket ettiğimizde bizi bir hedefe götürüyor. O hedefte Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin 3 esasını görüyoruz:
1- Vahdet; Allah’ın tekliği, tek bir Allah.
2- Tevhid; Allah’a ruhlarını ölmeden evvel ulaştırmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum.
3- Teslim; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimi.
Ve 7 safhada oluşan muhteşem bir dîn, kâinatın tek dîni.
Hz. Musa da Hz. İbrâhîm’den sonra gelmiştir, Hz. İsa da Hz. İbrâhîm’den sonra gelmiştir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de onların hepsinden sonra gelmiştir. Peygamberlik müessesesi, nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte sona ermiştir. Kıyâmete kadar başka bir peygamber asla gelmeyecektir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de diyor ki Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesinde:
33/AHZÂB-40: Mâ
kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve
hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed
(A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir).
Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir
(Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.“Muhammed aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. O Allah’ın Resûl’üdür. Ve Hatem-un Nebiyyîn’dir.”
Nebîlerin hatemidir. Yani nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte hitam buluyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile hitam buluyor, son buluyor, sona eriyor demek. Peygamber Efendimiz (S.A.V), nebîlerin hatemidir, hatem-un nebiyyîndir. Nebîlerin hatemi, nebîlerin hitam bulduğu kişi, nübüvvet müessesesinin hitam bulduğu, sona erdiği kişi. Hitama ermek, sona ermek demek. Öyleyse 1400 sene evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) son peygamber olarak görev yaptı. Nebîlerin sonuncusu. Bir daha nebî gelmeyecektir.
İşte bu dînlerin muhtevasına baktığımız zaman Musevîlerin dînine, Îsevilerini dînine ve İslâm’a baktığımız zaman hepsinin Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin aynı esaslarını taşıdığını görürüz. Hepsi de Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Bu sebeple Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’ine Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hanif olduğu gerçeğini koyuyor. Diyor ki Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde:
30/RÛM-30:
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki;
Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında
değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak)
dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.Allahû Tealâ: “Hanif olarak vechini (yani zatını) dîne ikame et. Dîni kıyamda tutmak üzere, hanif olarak. O hanif fıtratıyla ki; Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. İşte kayyum olan (ezelî ve ebedî olan, ezelden gelen, kıyâmete kadar da devam edecek olan) dîn, sadece bu dîndir. Ve Allah’ın yaratmasında değişiklik göremezsin.” diyor Allahû Tealâ.
İki unsur: Birincisi insanların hanif fıtratıyla yaratılması, ikincisi dînin hanif dîni olması.
Öyleyse Allah, “Bunlarda değişiklik göremezsin.” dediğine göre, ne hanif dîni değişir ne de insanların hanif fıtratıyla bu dîni yaşaması değişir. Öyleyse şunu kesin olarak ortaya koyuyor Kur’ân-ı Kerim: Dîn olarak Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin dışında hiçbir dîn oluşmamıştır. Hz. İbrâhîm’in dîni, kendisinden evvel Hz. Nuh tarafından yaşanmıştır. İlkin Hz. Âdem tarafından yaşanmıştır. Ve Hz. Âdem zamanında da bihakkın takvaya ulaşan insanların mevcut olduğunu Kur’ân-ı Kerim söylüyor. Öyleyse bihakkın takvaya ulaşılabildiğine göre, hanif dîni bütün boyutlarıyla, 7 safhasıyla birden yaşanmış. İki kardeş arasındaki anlaşmazlıkta kardeşlerden biri Kabil, diğer kardeşini (Habil’i) öldürmek üzere harekete geçiyor. Habil’in sözü şöyle: “Unutma, Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder. Sen beni öldürebilirsin ama ben sana beni öldürüyorsun diye elimi kaldıracak değilim. Buyur.” diyor.
5/MÂİDE-27:
Ve
onlara Adem’in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı)
hakkıyla oku, Allah’a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (Kurban)
ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. (Kurbanı
kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece
takvâ sahiplerinden kabul eder.” dedi.
5/MÂİDE-28:
“Gerçekten,
eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek
için elimi sana uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb’i olan
Allah’tan korkarım.”Ne demek bu? Ölüm sırasında bile kendisini müdafaa etmek gereğini duymayan bir bihakkın takvanın sahibi kişi.
Sevgili kardeşlerim! Bir düşünün bakalım, birisi bir başkasını öldürmeye geliyor. Öldürülecek olan kişi diyor ki: “Ben sana elimi kaldırmam. Sen benim ağabeyimsin. Sen beni öldürebilirsin. Ama bil ki Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder.” Ve öldürülmeye rıza göstermesi, kendisini müdafaa etmeye gerek duymadan rıza göstermesi, onun o kademenin gerçek sahibi olduğunu gösteriyor. Salâh makamının 5. kademesi, bihakkın takva, hakka tukatihi takva.
Sevgili kardeşlerim! Öyleyse şeriat dediğimiz zaman insanlar hep kaidelerden bahseder. İşte fıkhî kaideler, İslâm hukukunun yani kaideleri, onun ötesindeki akaidin genel standartları, îmân esasları. Hep bunlar öğretilmiş, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra dîn elden gitmiş sevgili kardeşlerim.
Ehl-i sünnet vel cemaat âlimlerinin ortaya koyabildiği dîn anlayışını incelediğimiz zaman gözlerimiz açılıyor fal taşı gibi. Bu dîn öğretisinde evvelâ Kur’ân’dan ayrılışı görüyoruz. En çok hüzün duyduğumuz şey, ehl-i sünnet vel cemaat akidesinin standartlarını teker teker, onların öğrettiği açıların her birinden incelediğimiz zaman bir kâbus yaşıyoruz sevgili kardeşlerim! İnsanları toplu halde cehenneme götürecek olan bir kültür, İslâm kültürü olarak asırlarca insanlara öğretilmiş. Bu sebeple en çok ona şükrediyorum sevgili kardeşlerim, bir İlâhiyat fakültesi mezunu değilim. Eğer öyle olsaydım ne olurdu? Ben de onlardan biri olurdum. Biz de size, onların öğretisini öğretirdik ve doğruyu yaptığımızı zannederdik. Onlar biz bu açıklamayı yapmadan evvel doğruyu yaptıklarından emindiler. Çünkü ehl-i sünnet vel cemaat âlimleri onlara sadece o kadarını öğretmişti. Bu itibarla zamanımızın bugünkü dîn öğretiminin sahipleri haklı görülebilirler. Gerçekten yapabildikleri şey bu, sevgili kardeşlerim! Neden? Öğrendikleri o olduğu için. Evvelâ bir kanun var: Allah’ın kanunu: Hiç kimse öğrenmediği bir ilmi öğretemez. Öyleyse neyi öğrenmişlerse onu öğretecekler, öyle yapıyorlar. Peki, ne zamana kadar bu mazur görülebilirdi? Bizim ihtarlarımız 14 bin kişiye ulaştı Türkiye’de. Bunun dışındaki herkese de ulaştıracağız. Bu en azından 14 bin kişi, Diyanet İşleri Teşkilatı’ndan ve İlâhiyat fakültesinin öğretmen kadrosundan. İlâhiyat fakültesinin öğretmen kadrosundan hiç kimseyi devre dışı bırakmadık, hepsine gönderdik ihtarları.
Ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz: Dîn unutulmuştur. O unutulan, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. İsa zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. Musa zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. İbrâhîm zamanında yaşanan, O’ndan evvel Hz. Nuh zamanında yaşanan İslâm. O İslâm’ın yerinde yeller estiğini söylemek istiyoruz. İslâm katledilmiş sevgili kardeşlerim. İslâm asırlar boyunca katledilmiş, bir bitkisel hayata yatırılmış, 7 safhanın yedisi de devreden çıkarılmış.
Ne görüyoruz? Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin Hz. Musa zamanında yaşandığını Kur’ân-ı Kerim söylüyor. 7 safhanın 7’sinin de Hz. Musa ve etrafındakilere farz kılındığı, Kur’ân tarafından anlatılıyor. Ama biz bununla yetinmedik. Allah’tan aldığımız emrin gereği Tevrat’ı da inceleme altında aldık, mercek altına aldık. Ve baktık ki; Tevrat’ta da 7 safhanın 7’si de farz. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Musa’nın ve O’na tâbî olanların, bu üzerlerine farz olan 7 safhanın 7’sini de yaşadığını söylüyor. Bir defa daha altını çizerek söyleyelim: Kur’ân-ı Kerim, Hz. Musa’nın ve Hz. Musa’ya tâbî olanların İslâm’ın 7 safhasının onların üzerine, hepsinin üzerine farz olduğunu yazıyor. Hz. Musa’ya da, Hz. Musa’ya tâbî olanlara da 7 safhanın 7’sini de Allahû Tealâ’nın farz kıldığı, 7 ayrı Kur’ân âyet-i kerimesinde sabit, kesinleştirilmiş durumda.
Öyleyse bir adım daha atalım. Hz. Musa ve O’na tâbî olanların hepsinin, kendilerine farz kılınan 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını anlatıyor Kur’ân-ı Kerim. Bu, konunun Kur’ân-ı Kerim cephesinden durumu. Allahû Tealâ’nın emri üzerine Tevrat’ı mercek altına aldık. Baktık ki Tevrat’ta da 7 safhanın yedisi de farz. Yeter mi? Hayır, yetmez. Tevrat’ta da 7 safhanın 7’sinin de Hz. Musa ve O’na tâbî olanlar tarafından yaşandığı ifade buyruluyor. Kesin bir ifade.
Sonra? Sonra İncil’i inceledik. Önce Kur’ân-ı Kerim’deki hükümlere bakıyoruz. Allahû Tealâ Hz. İsa’ya ve O’nun havarilerine 7 safhanın 7’sini de 7 ayrı âyette farz kıldığını söylüyor. Kur’ân-ı Kerim’de söylüyor. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. İsa’ya ve O’nun havarilerine 7 safhanın 7’sini de farz kıldığını söylüyor. Yeter mi? Hayır, yetmez. İncil’i alıyoruz ele. Bakıyoruz ki İncil’de de Allahû Tealâ 7 safhanın 7’sini de farz kılmış âyetlerle. Hepsi bizim tarafımızdan tespit edilmiş durumda. Yeter mi? Yetmez. Çünkü İncil’i incelemeye devam ettiğimizde görüyoruz ki hem Hz. İsa hem de O’na tâbî olanlar, 7 safhanın 7’sini de yaşamışlar. Allah’a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine ulaşıp tâbî olmuşlar. Meselâ Hz. İsa, aslında Cebrail (A.S)’a tâbî olmuştu ama dünya üzerinde de Hz. Yahya’ya tâbî oldu. Hz. Yahya diyor ki: “Ben onun çarığının ipi olamam. Ama O, bana böyle emrettiği için ben ona el verdim. Bana tâbî oldu.” Hem de boy abdesti aldırarak yapıyor tâbiiyeti.
Sonra sevgili kardeşlerim, bakıyoruz ki İncil, Hz. İsa ve O’na tâbî olanların evvelâ Allah’a ulaşmayı dilediklerini söylüyor, dilediklerini ispat ediyor. Sonra Hz. İsa’nın Hz. Yahya’ya tâbiiyetini, diğerlerinin de Hz. İsa’ya tâbiiyetlerini anlatıyor. Tâbiiyet de yaşanmış. Hepsinin ruhlarını Allah’a ulaştırdığını söylüyor, tâbî olanların. Hepsinin fizik vücutlarını teslim ettiklerini söylüyor. Nefslerini teslim ettiklerini söylüyor. İradelerini teslim ettiğini de söylüyor Allahû Tealâ. Hem 7 safhanın 7’si de farz hem de bu farzların hepsinin Hz. İsa ve O’na tâbî olanlar tarafından mutlak olarak yerine getirildiği.
Kur’ân-ı Kerim’e bakıyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de de Allahû Tealâ Hz. İsa’ya ve O’na tâbî olanlara 7 safhanın 7’sini de farz kıldığını 7 ayrı âyette anlatıyor. Sonra da gene 7 ayrı âyette, Hz. İsa ve O’na tâbî olanların hepsinin bu safhaların her birini yaşadığını Kur’ân’da ispat ediyor bize.
Kur’ân’ın temel muhtevasına baktığımız zaman, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in ve bütün sahâbenin 7 safhanın 7’sini de yaşadığını Kur’ân âyetleri kesin olarak ispat ediyor. Sonra da 7 safhanın 7’sinin de farziyetini, gene Kur’ân’ın âyetleri kesin olarak ispat ediyor.
Yani? Yani sevgili kardeşlerim;
Madde 1: Dînler yoktur. İslâm son dîn değildir.
Son
dînmiş de bu sebeple en mütekâmil dînmiş! Ondan üstün dîn yokmuş!
Bunlar lâf-ı güzaf. Dînler arasında üstünlük söz konusu değildir çünkü
dînler yoktur. Sadece bir tek dîn olmuş. Hz. İbrâhîm’in hanif dîni yani
İslâm dîni adı.
Hanif kelimesinin mânâsı; Allah’a teslim olmak. Hanif, Allah’a teslim olan, ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim eden kişi. Bu sebeple sözlerimizin başında söylediğimiz Hz. İbrâhîm’le Allahû Tealâ’nın konuşmasının sonunda bir İslâm ailenin, Allah’a teslim olmuş bir tek ailenin mevcut olduğu ortaya çıkıyor. İslâm kelimesini özellikle kullanmış Allahû Tealâ orada.
İşte sevgili kardeşlerim, nereye ulaştık? Dînlerin mevcut olmadığına, bir tek dînin mevcut olduğuna, o dînin birtakım sağlam esaslara dayalı olduğuna. 7 safhadan oluşuyor. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmeyi farz kılıyor. Ve bunun gerçekleştiğini defaatle anlatıyor. Kur’ân-ı Kerim’de bunların hepsinin tamamını bulabiliyoruz. Yani İslâm’ın 7 safhası, 7’sinin de farz oluşu, sahâbenin hepsinin bu 7 safhanın hepsini, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber yaşamış olduğunu.
Sonra? Sonra, bunun Hz. Musa’ya ve O’na tâbî olanlara farz kılındığını anlatıyor Kur’ân-ı Kerim. Hz. Musa ve O’na tâbî olanların hepsinin 7 safhanın 7’sinin de yaşadığını gene Kur’ân-ı Kerim anlatıyor.
Gene Kur’ân-ı Kerim’e bakıyoruz. Hz. İsa’ya ve O’na tâbî olanlara Allahû Tealâ’nın 7 safhanın 7’sini de farz kıldığını söylüyor Kur’ân-ı Kerim. Ve gene Kur’ân-ı Kerim onların hepsinin 7 safhanın 7’sini de yaşadığını söylüyor.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, deliller; çürütülmesi mümkün olmayan bir sağlamlıkta art arda diziliyor.
İşte Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. hidayettir.
Mürşide ulaşıp tâbiiyet, 2. hidayettir.
Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim olmak, ilk hidayete ermektir. Bu, ruhun Allah’a teslimidir.
Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 2. hidayettir yani ikinci defa hidayete ermektir. Fizik vücudun hidayete ermesidir.
Hidayette olmakla hidayete ermek birbirinin aynı iki kavram değildir. Hele hele hidayet, “doğru yol” kelimesiyle ifade edilirse, İslâm’ın içine düştüğü o korkunç tuzak çıkar ortaya.
Sevgili kardeşlerim! Bugünkü İslâm anlatımının ne ölçüde dejenere olmuş olduğuna lütfen bakın. Ülkemizde 22 tane Kur’ân tefsiri, 23 zannediyorduk ama 22 imiş. Bizimkiyle beraber 23 oluyormuş. 22 tane Kur’ân mealinde, hidayete müteallik bütün âyetleri, 22 ayrı Kur’ân mealinin hepsinden aldık ve doğrusunu da oraya yazdık. O kitabı, ülkemizdeki bütün dîn öğreticilerinin ibretle okumaları gerek. Ne kadar büyük hatalar içinde olduklarını Allah’ın huzurunda yüzleri kızarmadan nasıl bu zillete katlanabileceklerini çok merak ediyoruz sevgili kardeşlerim. Dînin hiçbir inceleme yapmadan, yazılanların hepsinin doğru olduğunu zannederek insanlar tarafından adım adım dejenere edilmesi, devenin hamuduyla beraber çalınması. İslâm’ın 7 safhasının, 7 hidayet safhasının birden yok edilmesi.
Her bir safha, dînin bir hedefidir.
7 hedef, 7 safha, 4 hidayet.
Aslında 4 teslim ama 7 tane hidayet. Hidayetin 7 safhası, 7 tane hidayet ifade ediyor. Bunlardan 4 tanesi hidayete ermektir.
1- Ruhun hidayete ermesi.
2- Fizik vücudun hidayete ermesi.
3- Nefsin hidayete ermesi.
4- İradenin hidayete ermesi.
Sevgili kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’nun sahâbesine baktığımız zaman, 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını Kur’ân-ı Kerim söylüyor. Biz de söylüyoruz. 7 safhanın 7’sinin de farz olduğunu, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin bu 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını ve bugün bunların hepsinin unutulmuş olduğunu söylüyoruz ve bütün dîn adamlarını Allah’ın huzurunda, bu doğruların tasdiki için görevli tutuyoruz ve sorumlu tutuyoruz. Dîn adamları gözümüzün içine baka baka söylediklerimizin doğru olduğunu tasdik etmiyorlar. Sevgili kardeşlerim! Burada bu noktadan itibaren onlar artık zanlı durumdadırlar, sanık mevkiindedirler. Eğer 14 asır evvel - bırakalım diğer peygamberleri, hepsi aynı şeyleri yaşamışlar, başka bir dîn hiç oluşmamış, onları bir tarafa bırakıyoruz- ama bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile bütün sahâbe bu 7 safhanın 7’sini de yaşamışsa, bundan 14 asır evvel indirilen Kur’ân-ı Kerim bunların hepsini farz kılmışsa ve biz o dîn adamlarının unuttukları bu hakikatleri hem dîn adamlarına hem de bütün yetkililere ve yetkisizlere ulaştırıp, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hedeflere insanları çağırıyorsak, hidayetin ne olduğunu ispat ediyorsak, o zaman burada bizim söylediklerimize yardımcı olmayan ve hâlâ bize karşı çıkan dîn adamları, ateşe çağıran imamlar olmuyor mu?
Dînin bugünkü durumu bir faciayı ifade ediyor sevgili kardeşlerim. 7 safhasının 7’si de kalkmış. Bunlar hedeflerdir. Allah’a ulaşmayı dilemek bir hedeftir.
1- Ruhu Allah’a ulaştırmak.
2- Fizik vücudu Allah’a teslim etmek (ulaştırmadan, ulaştırmak söz konusu değil).
3- Nefsi Allah’a teslim etmek (ulaştırmak söz konusu değil).
4- İradeyi Allah’a teslim etmek.
Bunların dördü 4 hedeftir. Bu hedeflere 7 safhada ulaşılır.
Bu hedeflere ulaşabilmek için kişinin namaz kılması lâzım, oruç tutması lâzım, zekât vermesi lâzım, hacca gitmesi lâzım, kelime-i şahadet getirmesi lâzım. Bütün bunlardan çok daha önemli olarak, hepsinden çok daha önemli olarak Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım ve zikir yapması lâzım. Aslında “Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım” demek, daha doğru bir ifade olur. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allah’a ulaşmış kişidir. Yani ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz: Allahû Tealâ’nın sözü var: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” diyor. “Ben ulaştırırım.” diyor. “Sorumlu benim.” diyor. Yani “Bana ulaşmayı dileyen kişiyi Ben Kendime ulaştıracağıma göre o kişi Bana ulaşmayı dilediği andan itibaren Benim cennetimi hak eder. Mürşidine ulaşamadan ölürse, o kişi 1. kat cennete girer. Mürşidine ulaşıp Allah’a doğru ruhu yola çıktıktan sonra ölürse Allah’a ulaşamadan 2. kat cennete girer, ruhu Allah’a ulaşmışsa 3. kat cennetin sahibidir. Fizik vücudunu Allah’a teslim etmişse 4. kat cennetin sahibi, nefsini teslim etmişse 5. kat cennetin sahibi, irşad olmuşsa 6. kat cennetin sahibi ve iradesini de Allah’a teslim ederek mürşid olmuşsa, irşad makamına tayin edilmişse, 7. kat cennetin, Adn cennetinin sahibi olur. Kişi hakka tukatihi takvanın sahibi olur.
Bunlar dînin vazgeçilemez temel hedefleridir ve 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından yaşanmıştır; sahâbesi ile beraber. Ondan sonraki devrelerde de yaşanmıştır. Ehl-i beyt bunları yaşamışlardır. Sonra devreye giren ehl-i sünnet vel cemaat âlimleri, “Onlar ehl-i beyt ise biz de ehl-i sünnetiz.” diye sahneye çıkmışlardır. Ama çıktıkları noktadan itibaren dîn ortadan kalkmıştır.
Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak 7 safhalı bir tatbikat, artık mevcut değildir sevgili kardeşlerim. İnsanoğlu gider ilkokula, ortaokula, diyelim ki imam hatip lisesine, evvelâ imam hatip lisesinde bir kavrulur, öğrenir bir şeyler. Ondan sonra da üniversiteye gider, İlâhiyat fakültesini bitirir. Sonra orada master yapar, doktora yapar, asistan olur, doçent olur. Sonunda profesör olur. Bu safhaların hepsinden geçen bu insanlar, eğer dînlerini bilmiyorlarsa, öğrettikleri ilimle insanlar sadece cehenneme gidebiliyorlarsa, onlar da sadece cehenneme gidebiliyorlarsa, öğretici kadro… Diyanet İşleri’nin onca teşkilatındaki insanların bir kısmı… Hamdolsun Türkiye’nin her tarafında kardeşlerimiz var, birçok yerde artık camilerde söylediklerimizin insanlara anlatılmaya başlandığını görmenin o huzurunu yaşıyoruz.
Hakk için yol birdir sevgili kardeşlerim. Allah Kur’ân-ı Kerim’de ne söylemişse o asıldır. Bundan 14 asır evvel mezhepler yoktu. Mezhepler yeniden yok olacaktır. Eğer mezheplerdeki eksiklikler Kur’ân’la tamamlanırsa fazlalıklar da Kur’ân’a göre devre dışı bırakılırsa o zaman mezhepler diye bir şey kalmayacaktır. Kur’ân ilmi ve Kur’ân ahlâkı bütün boyutlarıyla yerleşecektir. İşte bu devir, Kur’ân’ın tekrar dönüş dönemidir. Bu devir hidayet devridir. Hidayet Kur’ân’la mukîmdir, Kur’ân’la ikame edilecektir. Hidayet, Kur’ân’la ayağa kaldırılacaktır. Ve bundan 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) ve bütün sahâbe nasıl bir dîn yaşamışlarsa, bugün de aynı dîni biz yaşamaktayız ve herkes yaşayacaktır. Onlar her Perşembe günü oruç tutardı, biz de tutarız. Onlar saatlerce namaz kılarlardı, biz de kılarız. Şu anda dünya üzerinde en çok namaz kılan grup, o grup biziz. Her gün normal, namazlarımızı mutlaka sünnetleriyle beraber kıldıktan sonra, yeni giren bütün kardeşlerimiz iki günlük daha farzları ilâve ederler. Her gün iki günlük borç öderler. Neden? Hepsi bizim gibi sonradan akılları başlarına gelip de dîne girenler. Bizim daha 5-10 sene evvel bitti borçlarımız.
Sevgili kardeşlerim! Herkes bir namazı kaçırdığı zaman ne yapar? O namazın farzını kaza eder. Olay bitmiştir. Bizde bitmez. Bu vakfın müntesipleri, Allah’ın Resûl’üne tâbî olanlar, bu devirde Allah’ın verdiği farklı bir emri yerine getirirler. Bizim kardeşlerimiz bir namazı kaçırdıkları zaman 10 defa farz kılmak mecburiyetindedirler. Dünya üzerinde en çok namaz kılanlarız, hamdederiz şükrederiz Allahû Tealâ’ya.
Bir sonuca ulaşıyoruz sevgili kardeşlerim. Biz Allah’tan bu dîni öğrendik. Biz Allah’tan hidayeti öğrendik. Ve hepinizi hidayete davetle vazifelendirildik. Bunun için adımız Mehdi’dir. Allahû Tealâ’nın bize verdiği isim bu. Bizim hakkımızda araştırma yapın. Ehl-i beytten olduğumuzu göreceksiniz. Üstelik de hem Hz. Hasan soyundan geliyoruz hem Hz. Hüseyin soyundan geliyoruz.
Sevgili kardeşlerimiz! Bizim şeceremizde, şecere burada, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’den sonra gelen 12 tane imamın isimleri yer alıyor. Ve Allahû Tealâ bize yazdırdığı Risalet Nurları’nda, bundan 700 yıl evvelki ceddimizin, Bozoklu Han’ın seyit olduğunu söylüyor. Ama bizim soy kütüğümüzü yapanlar, Evronos Bey’den itibaren soy kütüğümüzü aldıkları için Evronos Bey’den sonra aramıza katılan bir evlenme sebebiyle Hz. Hasan’ın soyundan gelen şerifler birer birer geliyor bize kadar. Ama Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in bu konudaki açıklamalarını biz incelediğimiz zaman çok enteresan bulduk sonucu. “Hem Hz. Hasan soyundan hem Hz. Hüseyin soyundan nasıl olur?” diye soruyorlar. Nasıl olduğunun cevabı bizim hayatımızda. Allahû Tealâ Risalet Nurları’nda Bozoklu Han’ın yani Evronos Bey’in babasının babasının babası olan, 3. batından babası olan Bozoklu Han’ın seyit olduğunu ifade ediyor bize yazdırdığı Risalet Nurları’nda.
Sevgili kardeşlerim! Biz dîn nedir, îmân nedir bilmeyen bir insandık. Bu sebeple Allahû Tealâ’nın bize yazdırdıkları, bilmemiz imkânı da olmayan şeylerdi. Bir dîn kültürü hiç almadık. Bir solcuyduk. Sevgili kardeşlerim! Oradan, o çekirdekten bizim gibi bir insanı Allahû Tealâ yetiştirdi. Ve bugün bizim ülkemizde de İslâm ülkelerinin bütününde de bütün dînlerde de din yaşanmıyor. Hamdolsun ki bunu ispat edebilecek olan bütün deliller, Allahû Tealâ tarafından bize teslim edildi. Hiç kimse karşımıza çıkıp da “Hayır, öyle değil.” diyemez. Onun için bize hep aynı şeyi söylüyorlar. “Neden mütemadiyyen Kur’ân-ı Kerim’den misaller veriyorsun?” diyorlar. Çünkü itiraz edemeyeceğiniz yegâne kaynak Kur’ân-ı Kerim ve Allahû Tealâ bize Kur’ân-ı Kerim’i öğretti. Kur’ân-ı Kerim’i öğretince ne gördük? Hz. Âdem’den başlayan, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar gelen dîn, hiç değişmeyen bir dîn. İkinci bir dîn hiç olmamış. Başkaları “olmuş” derler “olmamış” derler, o bizi hiç alâkadar etmez. Ama 3 kitabı da inceledikten sonra kesin çizgilerle gördük ki hepsi, 7 safhanın 7’sini de aynı şekilde yaşamışlar, 7 safhanın 7’si farz. Ve bizim dîn adamlarımız, biz bu hakikatleri ortaya çıkarana kadar hiçbirisi, bunların hiçbirinden haberdar değildi. Sevgili kardeşlerim! Öyle bir tuzağa düşmüşüz ki İslâm gitmiş, yerine İslâm’ın 5 şartı kalmış.
Hadi gelin bakalım: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Nedir bunlar? Bunlar nedir? İslâm’ın 5 şartı, ibadetlerdir. 5 şart ibadet, hiç kimseyi zaten cennet saadetine ulaştıramaz. Buna mutlaka zikri eklemek mecburiyetindesiniz. Mutlaka “likâihi”yi de eklemek mecburiyetindesiniz ve hadîs-i şerifte de var. Likâihi, O’na, Allah’a mülâki olmak, ruhu Allah’a ulaştırmak. İslâm’ın şartı 5 değildir, İslâm’ın şartı 7’dir. Kur’ân-ı Kerim’deki esaslar hep 7 rakamına göre dizayn edilmiş. 7 tane gök katı, 7 tane yer katı, 7 kat cehennem, 7 kat cennet. 7. gök katı 7 tane âlemden oluşur. Bütün Kur’ân-ı Kerim hep 7 ayak üzerine oturmuştur. Yetmez, en önemli tarafı konunun, İslâm’ın 5 şartının 5’i de ibadettir. İbadetler hedef değildir, vasıtadır; amaç değildir, araçtır.
Ve İslâm böyle çöktürülmüş. İslâm âlemi karanlıklara itilmiş. Dünyanın en önde gelen âlimleri İslâm âlimleri iken Endülüs’te İslâm öğretisi, bütün Avrupa’ya çok şeyler kazandırdı. Avrupa eğer teknik açıdan bu noktaya ulaşmışsa, onun arkasında Avrupalılar yok sevgili kardeşlerim. Onun arkasında Endülüs var. Tarık bin Ziyad’ın İspanya’yı işgal ederek Endülüs’ü kurmasıyla başlayan bir ilim cereyanı, bütün Avrupa’yı muhtevasına almıştır. Bu noktadan sonra Avrupa kendisine gelmiştir. Avrupa’nın daha sonraki asırlarda vücuda getireceği teknik bütün gelişmeler, o baza dayalıdır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Yeni bir çağın içindeyiz. Hidayet çağının giriş kısmı tamamlanmıştır. Allahû Tealâ’nın verdiği müjde, 30 kamerî yıllık müjde, 3 defa “Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var.” ifadesi, 12 Rebiul Evvel’de veriliyor bize. 30 kamerî yıl evvel Müjde Suresini yazdırıyor Allahû Tealâ Risalet Nurları’na. 30 kamerî yıl sonra 12 Rebiul Evvel tarihinde yani bu yılın 12 Rebiul Evvel’inde Allahû Tealâ bize diyor ki: “Bugün 12 Rebiul Evvel. Müjde Suresine bak. Hidayet çağının gelişme süreci burada tamamlanmıştır. Sana müjdemiz oydu.” diyor. Ve bakıyorum, heyecanla bakıyorum, tüylerim diken diken bakıyorum. Ve bakıyorum ki evet, 12 Rebiul Evvel yazıyor. 12 Rebiul Evvel. Açın bakın. 12 Rebiul Evvel’de, 30 kamerî yıl evvel, Allahû Tealâ bize Müjde Suresini yazdırmış. 3 defa diyor: “Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var.”
Tarihe dikkat ettiniz mi sevgili kardeşlerim? 12 Rebiul Evvel. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in doğum gününü biliyor musunuz? 12 Rebiul Evvel. Peki, ahirete irtihal gününü, ölüm gününü biliyor musunuz? 12 Rebiul Evvel. Ve Allahû Tealâ’nın bize Müjde Suresini vermesi, 3 tane “Sana müjdemiz var.” demesi, her birinin 10 kamerî yılı ifade ederek 30 yıl sonra gene 12 Rebiul Evvel’de Allahû Tealâ’nın bir sabah namazının arkasındaki secdede bize bu hakikatleri anlatması, saatlerce ağlamamız... Bunlar hikâye mi zannediyorsunuz? Masal mı anlatıyoruz size zannediyorsunuz?
Konumuzun aslına dönelim. 12 Rebiul Evvel, son derece önemli bir tarih Allahû Tealâ’nın dilinde. Ve hidayet çağının giriş kısmı 30 kamerî yılda tamamlanmıştır. Şimdi gelişme çağındayız.
Güneş batıdan doğmuştur. MİHR kelimesi, “Güneş” demektir. Hamdolsun ki Amerika’da şu anda bir uydudan bütün dünyaya yayın yapıyoruz. Sevgili kardeşlerim! Bu buradaki yayın, Amerika ve Kanada için geçerli. Almanya’dan yaptığımız yayın, bütün Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Asya ve daha ötesi için geçerli. Bütün dünyaya şu anda hidayet anlatılıyor.
Ne diyordu Allahû Tealâ? Diyordu ki: “O gün geldiği zaman, yerden bir dabbe çıkartırız. Söz vaki olduğu zaman.” diyordu.
Söz vaki oldu. Allahû Tealâ’nın müjdesi, 12 Rebiul Evvel’de tamamlandı. Ve bir uydumuz, burada, Amerika’da faaliyete geçti. “Yerden çıkardığımız dabbe göklerden seslenecek.” diyor. Göklerden sesleniyoruz. Bütün Avrupa’ya, bütün Afrika’nın kuzeyine, Orta Afrika’ya kadar, Orta Asya’nın ötesine kadar Asya’ya, Avrupa’nın bütününe…
Neden bahsediyoruz sevgili kardeşlerim? Masal mı anlatıyoruz? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dediği, güneş batıdan doğmuştur, dabbetül arz çıkmıştır.
Nur TV, göklerden insanlara seslenen dabbetül arz’dır.
Söz vuku bulmuştur. 30 yılın sonunda bu işlem gerçekleşmiştir. “Söz vuku bulduğu zaman” diyor Allahû Tealâ Neml Suresinde. Öyleyse o söz neydi? 12 Rebiul Evvel’de konunun tamamlanması, müjdenin tamamlanması, gelişme çağına geçiş. Hidayet çağının giriş kısmı tamamlanmış durumda.
Sevgili kardeşlerim! Dikkat edin sözlerimize. Bugüne kadar ne söylediysek hepsi gerçekleşti. Neden? Biz mi söylüyoruz bunları zannediyorsunuz yoksa? Bu kadar çok olayın bir tesadüf olması mümkün mü? Aklınızı başınıza toplayın! Özellikle dîn adamları, sizlere sesleniyorum. Omuzlarınızda son derece ağır bir sorumluluk var. Size inceleyin diyoruz. Belki 100. defa söylüyoruz. İncelemiyorsunuz. İnceleyenler doğruları görünce diğerlerinden çekiniyorlar, kaçınıyorlar. Neden? Allah mı önemli, arkadaşlarınız mı önemli?
Hidayet çağının şu andaki engel olanları sizlersiniz dîn adamları! Aklınızı başınıza toplayın! Bu çağ hidayet çağıdır. Sizler de onun meşaleleri olabilirsiniz. İnkâr edebileceğiniz bir tarafı kaldı mı? Hangi, sizlere ulaştırdığımız ihtara “Senin şurada bir yanlışın var.” diyebildiniz? Size hidayeti anlattığımız zaman sizin zannettiğiniz hidayetle, doğru yolla bunun alâkası var mı? O 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde, hidayet adına ne kadar büyük hatalar yaptığınızın farkında değil misiniz şimdi? Arapça’yı doğru dürüst okuyamayan, Arapça bilmeyen birisi var karşınızda. Ama Kur’ân’ı biliyor. Nasıl biliyor? Hepinizi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayata çağırıyor. Nereden çağırıyor? Bir defa daha söylüyorum, muhterem dîn adamları! Aklınızı başınıza toplayın! Allahû Tealâ ile karşı karşıyasınız. O’nun yanında değilsiniz. Bizim yanımızda değilsiniz. Bizim, O’nunla beraber bizim karşımızdasınız. Bu sizi sadece cehenneme götürmekle kalmaz. Omuzlarınızda şu anda dünyanın en büyük vebali var. 70 milyondan fazla insan, sizin sebebinizle cehenneme doğru gidiyor. Sözlerimiz bu kadar!
Aranızdan kim bizimle konuşmak istiyorsa, her hafta, Türkiye’nin her tarafında, dünyanın her tarafında konferans vereceğiz. Bütün suallerinize teke tek, karşı karşıya cevap vermek üzere… İşte bu hafta, bu Pazar günü Tekirdağ’da konferansımız var; buyurun. Ne soracaksanız sorun, cevap verelim. O zaman aklınızı başınıza toplamanız gerektiğini çok daha net olarak göreceksiniz. İslâm, sizin unuttuğunuz İslâm, o İslâm, sizin bugünkü tatbik ettiğiniz İslâm değildir. O İslâm, Kur’ân’daki İslâm, insanları hidayete götürür. Ve hidayet güneşi, bugün, o bizim kurduğumuz Mihr Vakfı’dır. O bizim ismimizdir: M İ H R.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sözlerimiz burada tamamlanıyor. Ümit ederiz ki bu sefer sözlerimizi ciddiye alırsınız. Mücâdelenizde Allah ile beraber misiniz, yoksa Allah’ın karşısında mısınız, ona karar verin. Bizim bir tane canımız var, Allah yolunda feda olsun! Bu can bu tende kaldıkça, bu dava yürüyecektir. Bu bizim davamız değildir, Allah’ın davasıdır. Ve O’nun karşısında olanlar, ayağınızı denk alın!
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, bir hidayet sohbeti tamamladık. Ve de hidayetin ne olduğunu, bugünkü dîn tatbikatı adı altında sizlere açıkladık. Dînimizin nasıl unutulduğunu, nasıl aslından saptırıldığını, öncü ve en üst seviyede ilmin sahibi olan İslâm’ın, bugün nasıl dünyanın en geri ülkelerini oluşturduğunun sırrını verdik sizlere.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem dünya saadetine hem cennet saadetine ulaştırması için dualar ederek sözlerimizi burada bitiririz.
Hanif kelimesinin mânâsı; Allah’a teslim olmak. Hanif, Allah’a teslim olan, ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim eden kişi. Bu sebeple sözlerimizin başında söylediğimiz Hz. İbrâhîm’le Allahû Tealâ’nın konuşmasının sonunda bir İslâm ailenin, Allah’a teslim olmuş bir tek ailenin mevcut olduğu ortaya çıkıyor. İslâm kelimesini özellikle kullanmış Allahû Tealâ orada.
İşte sevgili kardeşlerim, nereye ulaştık? Dînlerin mevcut olmadığına, bir tek dînin mevcut olduğuna, o dînin birtakım sağlam esaslara dayalı olduğuna. 7 safhadan oluşuyor. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmeyi farz kılıyor. Ve bunun gerçekleştiğini defaatle anlatıyor. Kur’ân-ı Kerim’de bunların hepsinin tamamını bulabiliyoruz. Yani İslâm’ın 7 safhası, 7’sinin de farz oluşu, sahâbenin hepsinin bu 7 safhanın hepsini, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber yaşamış olduğunu.
Sonra? Sonra, bunun Hz. Musa’ya ve O’na tâbî olanlara farz kılındığını anlatıyor Kur’ân-ı Kerim. Hz. Musa ve O’na tâbî olanların hepsinin 7 safhanın 7’sinin de yaşadığını gene Kur’ân-ı Kerim anlatıyor.
Gene Kur’ân-ı Kerim’e bakıyoruz. Hz. İsa’ya ve O’na tâbî olanlara Allahû Tealâ’nın 7 safhanın 7’sini de farz kıldığını söylüyor Kur’ân-ı Kerim. Ve gene Kur’ân-ı Kerim onların hepsinin 7 safhanın 7’sini de yaşadığını söylüyor.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, deliller; çürütülmesi mümkün olmayan bir sağlamlıkta art arda diziliyor.
İşte Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. hidayettir.
Mürşide ulaşıp tâbiiyet, 2. hidayettir.
Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim olmak, ilk hidayete ermektir. Bu, ruhun Allah’a teslimidir.
Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 2. hidayettir yani ikinci defa hidayete ermektir. Fizik vücudun hidayete ermesidir.
Hidayette olmakla hidayete ermek birbirinin aynı iki kavram değildir. Hele hele hidayet, “doğru yol” kelimesiyle ifade edilirse, İslâm’ın içine düştüğü o korkunç tuzak çıkar ortaya.
Sevgili kardeşlerim! Bugünkü İslâm anlatımının ne ölçüde dejenere olmuş olduğuna lütfen bakın. Ülkemizde 22 tane Kur’ân tefsiri, 23 zannediyorduk ama 22 imiş. Bizimkiyle beraber 23 oluyormuş. 22 tane Kur’ân mealinde, hidayete müteallik bütün âyetleri, 22 ayrı Kur’ân mealinin hepsinden aldık ve doğrusunu da oraya yazdık. O kitabı, ülkemizdeki bütün dîn öğreticilerinin ibretle okumaları gerek. Ne kadar büyük hatalar içinde olduklarını Allah’ın huzurunda yüzleri kızarmadan nasıl bu zillete katlanabileceklerini çok merak ediyoruz sevgili kardeşlerim. Dînin hiçbir inceleme yapmadan, yazılanların hepsinin doğru olduğunu zannederek insanlar tarafından adım adım dejenere edilmesi, devenin hamuduyla beraber çalınması. İslâm’ın 7 safhasının, 7 hidayet safhasının birden yok edilmesi.
Her bir safha, dînin bir hedefidir.
7 hedef, 7 safha, 4 hidayet.
Aslında 4 teslim ama 7 tane hidayet. Hidayetin 7 safhası, 7 tane hidayet ifade ediyor. Bunlardan 4 tanesi hidayete ermektir.
1- Ruhun hidayete ermesi.
2- Fizik vücudun hidayete ermesi.
3- Nefsin hidayete ermesi.
4- İradenin hidayete ermesi.
Sevgili kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’nun sahâbesine baktığımız zaman, 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını Kur’ân-ı Kerim söylüyor. Biz de söylüyoruz. 7 safhanın 7’sinin de farz olduğunu, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin bu 7 safhanın 7’sini de yaşadıklarını ve bugün bunların hepsinin unutulmuş olduğunu söylüyoruz ve bütün dîn adamlarını Allah’ın huzurunda, bu doğruların tasdiki için görevli tutuyoruz ve sorumlu tutuyoruz. Dîn adamları gözümüzün içine baka baka söylediklerimizin doğru olduğunu tasdik etmiyorlar. Sevgili kardeşlerim! Burada bu noktadan itibaren onlar artık zanlı durumdadırlar, sanık mevkiindedirler. Eğer 14 asır evvel - bırakalım diğer peygamberleri, hepsi aynı şeyleri yaşamışlar, başka bir dîn hiç oluşmamış, onları bir tarafa bırakıyoruz- ama bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile bütün sahâbe bu 7 safhanın 7’sini de yaşamışsa, bundan 14 asır evvel indirilen Kur’ân-ı Kerim bunların hepsini farz kılmışsa ve biz o dîn adamlarının unuttukları bu hakikatleri hem dîn adamlarına hem de bütün yetkililere ve yetkisizlere ulaştırıp, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hedeflere insanları çağırıyorsak, hidayetin ne olduğunu ispat ediyorsak, o zaman burada bizim söylediklerimize yardımcı olmayan ve hâlâ bize karşı çıkan dîn adamları, ateşe çağıran imamlar olmuyor mu?
Dînin bugünkü durumu bir faciayı ifade ediyor sevgili kardeşlerim. 7 safhasının 7’si de kalkmış. Bunlar hedeflerdir. Allah’a ulaşmayı dilemek bir hedeftir.
1- Ruhu Allah’a ulaştırmak.
2- Fizik vücudu Allah’a teslim etmek (ulaştırmadan, ulaştırmak söz konusu değil).
3- Nefsi Allah’a teslim etmek (ulaştırmak söz konusu değil).
4- İradeyi Allah’a teslim etmek.
Bunların dördü 4 hedeftir. Bu hedeflere 7 safhada ulaşılır.
Bu hedeflere ulaşabilmek için kişinin namaz kılması lâzım, oruç tutması lâzım, zekât vermesi lâzım, hacca gitmesi lâzım, kelime-i şahadet getirmesi lâzım. Bütün bunlardan çok daha önemli olarak, hepsinden çok daha önemli olarak Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım ve zikir yapması lâzım. Aslında “Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım” demek, daha doğru bir ifade olur. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allah’a ulaşmış kişidir. Yani ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz: Allahû Tealâ’nın sözü var: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” diyor. “Ben ulaştırırım.” diyor. “Sorumlu benim.” diyor. Yani “Bana ulaşmayı dileyen kişiyi Ben Kendime ulaştıracağıma göre o kişi Bana ulaşmayı dilediği andan itibaren Benim cennetimi hak eder. Mürşidine ulaşamadan ölürse, o kişi 1. kat cennete girer. Mürşidine ulaşıp Allah’a doğru ruhu yola çıktıktan sonra ölürse Allah’a ulaşamadan 2. kat cennete girer, ruhu Allah’a ulaşmışsa 3. kat cennetin sahibidir. Fizik vücudunu Allah’a teslim etmişse 4. kat cennetin sahibi, nefsini teslim etmişse 5. kat cennetin sahibi, irşad olmuşsa 6. kat cennetin sahibi ve iradesini de Allah’a teslim ederek mürşid olmuşsa, irşad makamına tayin edilmişse, 7. kat cennetin, Adn cennetinin sahibi olur. Kişi hakka tukatihi takvanın sahibi olur.
Bunlar dînin vazgeçilemez temel hedefleridir ve 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından yaşanmıştır; sahâbesi ile beraber. Ondan sonraki devrelerde de yaşanmıştır. Ehl-i beyt bunları yaşamışlardır. Sonra devreye giren ehl-i sünnet vel cemaat âlimleri, “Onlar ehl-i beyt ise biz de ehl-i sünnetiz.” diye sahneye çıkmışlardır. Ama çıktıkları noktadan itibaren dîn ortadan kalkmıştır.
Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak 7 safhalı bir tatbikat, artık mevcut değildir sevgili kardeşlerim. İnsanoğlu gider ilkokula, ortaokula, diyelim ki imam hatip lisesine, evvelâ imam hatip lisesinde bir kavrulur, öğrenir bir şeyler. Ondan sonra da üniversiteye gider, İlâhiyat fakültesini bitirir. Sonra orada master yapar, doktora yapar, asistan olur, doçent olur. Sonunda profesör olur. Bu safhaların hepsinden geçen bu insanlar, eğer dînlerini bilmiyorlarsa, öğrettikleri ilimle insanlar sadece cehenneme gidebiliyorlarsa, onlar da sadece cehenneme gidebiliyorlarsa, öğretici kadro… Diyanet İşleri’nin onca teşkilatındaki insanların bir kısmı… Hamdolsun Türkiye’nin her tarafında kardeşlerimiz var, birçok yerde artık camilerde söylediklerimizin insanlara anlatılmaya başlandığını görmenin o huzurunu yaşıyoruz.
Hakk için yol birdir sevgili kardeşlerim. Allah Kur’ân-ı Kerim’de ne söylemişse o asıldır. Bundan 14 asır evvel mezhepler yoktu. Mezhepler yeniden yok olacaktır. Eğer mezheplerdeki eksiklikler Kur’ân’la tamamlanırsa fazlalıklar da Kur’ân’a göre devre dışı bırakılırsa o zaman mezhepler diye bir şey kalmayacaktır. Kur’ân ilmi ve Kur’ân ahlâkı bütün boyutlarıyla yerleşecektir. İşte bu devir, Kur’ân’ın tekrar dönüş dönemidir. Bu devir hidayet devridir. Hidayet Kur’ân’la mukîmdir, Kur’ân’la ikame edilecektir. Hidayet, Kur’ân’la ayağa kaldırılacaktır. Ve bundan 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) ve bütün sahâbe nasıl bir dîn yaşamışlarsa, bugün de aynı dîni biz yaşamaktayız ve herkes yaşayacaktır. Onlar her Perşembe günü oruç tutardı, biz de tutarız. Onlar saatlerce namaz kılarlardı, biz de kılarız. Şu anda dünya üzerinde en çok namaz kılan grup, o grup biziz. Her gün normal, namazlarımızı mutlaka sünnetleriyle beraber kıldıktan sonra, yeni giren bütün kardeşlerimiz iki günlük daha farzları ilâve ederler. Her gün iki günlük borç öderler. Neden? Hepsi bizim gibi sonradan akılları başlarına gelip de dîne girenler. Bizim daha 5-10 sene evvel bitti borçlarımız.
Sevgili kardeşlerim! Herkes bir namazı kaçırdığı zaman ne yapar? O namazın farzını kaza eder. Olay bitmiştir. Bizde bitmez. Bu vakfın müntesipleri, Allah’ın Resûl’üne tâbî olanlar, bu devirde Allah’ın verdiği farklı bir emri yerine getirirler. Bizim kardeşlerimiz bir namazı kaçırdıkları zaman 10 defa farz kılmak mecburiyetindedirler. Dünya üzerinde en çok namaz kılanlarız, hamdederiz şükrederiz Allahû Tealâ’ya.
Bir sonuca ulaşıyoruz sevgili kardeşlerim. Biz Allah’tan bu dîni öğrendik. Biz Allah’tan hidayeti öğrendik. Ve hepinizi hidayete davetle vazifelendirildik. Bunun için adımız Mehdi’dir. Allahû Tealâ’nın bize verdiği isim bu. Bizim hakkımızda araştırma yapın. Ehl-i beytten olduğumuzu göreceksiniz. Üstelik de hem Hz. Hasan soyundan geliyoruz hem Hz. Hüseyin soyundan geliyoruz.
Sevgili kardeşlerimiz! Bizim şeceremizde, şecere burada, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’den sonra gelen 12 tane imamın isimleri yer alıyor. Ve Allahû Tealâ bize yazdırdığı Risalet Nurları’nda, bundan 700 yıl evvelki ceddimizin, Bozoklu Han’ın seyit olduğunu söylüyor. Ama bizim soy kütüğümüzü yapanlar, Evronos Bey’den itibaren soy kütüğümüzü aldıkları için Evronos Bey’den sonra aramıza katılan bir evlenme sebebiyle Hz. Hasan’ın soyundan gelen şerifler birer birer geliyor bize kadar. Ama Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in bu konudaki açıklamalarını biz incelediğimiz zaman çok enteresan bulduk sonucu. “Hem Hz. Hasan soyundan hem Hz. Hüseyin soyundan nasıl olur?” diye soruyorlar. Nasıl olduğunun cevabı bizim hayatımızda. Allahû Tealâ Risalet Nurları’nda Bozoklu Han’ın yani Evronos Bey’in babasının babasının babası olan, 3. batından babası olan Bozoklu Han’ın seyit olduğunu ifade ediyor bize yazdırdığı Risalet Nurları’nda.
Sevgili kardeşlerim! Biz dîn nedir, îmân nedir bilmeyen bir insandık. Bu sebeple Allahû Tealâ’nın bize yazdırdıkları, bilmemiz imkânı da olmayan şeylerdi. Bir dîn kültürü hiç almadık. Bir solcuyduk. Sevgili kardeşlerim! Oradan, o çekirdekten bizim gibi bir insanı Allahû Tealâ yetiştirdi. Ve bugün bizim ülkemizde de İslâm ülkelerinin bütününde de bütün dînlerde de din yaşanmıyor. Hamdolsun ki bunu ispat edebilecek olan bütün deliller, Allahû Tealâ tarafından bize teslim edildi. Hiç kimse karşımıza çıkıp da “Hayır, öyle değil.” diyemez. Onun için bize hep aynı şeyi söylüyorlar. “Neden mütemadiyyen Kur’ân-ı Kerim’den misaller veriyorsun?” diyorlar. Çünkü itiraz edemeyeceğiniz yegâne kaynak Kur’ân-ı Kerim ve Allahû Tealâ bize Kur’ân-ı Kerim’i öğretti. Kur’ân-ı Kerim’i öğretince ne gördük? Hz. Âdem’den başlayan, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar gelen dîn, hiç değişmeyen bir dîn. İkinci bir dîn hiç olmamış. Başkaları “olmuş” derler “olmamış” derler, o bizi hiç alâkadar etmez. Ama 3 kitabı da inceledikten sonra kesin çizgilerle gördük ki hepsi, 7 safhanın 7’sini de aynı şekilde yaşamışlar, 7 safhanın 7’si farz. Ve bizim dîn adamlarımız, biz bu hakikatleri ortaya çıkarana kadar hiçbirisi, bunların hiçbirinden haberdar değildi. Sevgili kardeşlerim! Öyle bir tuzağa düşmüşüz ki İslâm gitmiş, yerine İslâm’ın 5 şartı kalmış.
Hadi gelin bakalım: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Nedir bunlar? Bunlar nedir? İslâm’ın 5 şartı, ibadetlerdir. 5 şart ibadet, hiç kimseyi zaten cennet saadetine ulaştıramaz. Buna mutlaka zikri eklemek mecburiyetindesiniz. Mutlaka “likâihi”yi de eklemek mecburiyetindesiniz ve hadîs-i şerifte de var. Likâihi, O’na, Allah’a mülâki olmak, ruhu Allah’a ulaştırmak. İslâm’ın şartı 5 değildir, İslâm’ın şartı 7’dir. Kur’ân-ı Kerim’deki esaslar hep 7 rakamına göre dizayn edilmiş. 7 tane gök katı, 7 tane yer katı, 7 kat cehennem, 7 kat cennet. 7. gök katı 7 tane âlemden oluşur. Bütün Kur’ân-ı Kerim hep 7 ayak üzerine oturmuştur. Yetmez, en önemli tarafı konunun, İslâm’ın 5 şartının 5’i de ibadettir. İbadetler hedef değildir, vasıtadır; amaç değildir, araçtır.
Ve İslâm böyle çöktürülmüş. İslâm âlemi karanlıklara itilmiş. Dünyanın en önde gelen âlimleri İslâm âlimleri iken Endülüs’te İslâm öğretisi, bütün Avrupa’ya çok şeyler kazandırdı. Avrupa eğer teknik açıdan bu noktaya ulaşmışsa, onun arkasında Avrupalılar yok sevgili kardeşlerim. Onun arkasında Endülüs var. Tarık bin Ziyad’ın İspanya’yı işgal ederek Endülüs’ü kurmasıyla başlayan bir ilim cereyanı, bütün Avrupa’yı muhtevasına almıştır. Bu noktadan sonra Avrupa kendisine gelmiştir. Avrupa’nın daha sonraki asırlarda vücuda getireceği teknik bütün gelişmeler, o baza dayalıdır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Yeni bir çağın içindeyiz. Hidayet çağının giriş kısmı tamamlanmıştır. Allahû Tealâ’nın verdiği müjde, 30 kamerî yıllık müjde, 3 defa “Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var.” ifadesi, 12 Rebiul Evvel’de veriliyor bize. 30 kamerî yıl evvel Müjde Suresini yazdırıyor Allahû Tealâ Risalet Nurları’na. 30 kamerî yıl sonra 12 Rebiul Evvel tarihinde yani bu yılın 12 Rebiul Evvel’inde Allahû Tealâ bize diyor ki: “Bugün 12 Rebiul Evvel. Müjde Suresine bak. Hidayet çağının gelişme süreci burada tamamlanmıştır. Sana müjdemiz oydu.” diyor. Ve bakıyorum, heyecanla bakıyorum, tüylerim diken diken bakıyorum. Ve bakıyorum ki evet, 12 Rebiul Evvel yazıyor. 12 Rebiul Evvel. Açın bakın. 12 Rebiul Evvel’de, 30 kamerî yıl evvel, Allahû Tealâ bize Müjde Suresini yazdırmış. 3 defa diyor: “Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var. Sana müjdemiz var.”
Tarihe dikkat ettiniz mi sevgili kardeşlerim? 12 Rebiul Evvel. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in doğum gününü biliyor musunuz? 12 Rebiul Evvel. Peki, ahirete irtihal gününü, ölüm gününü biliyor musunuz? 12 Rebiul Evvel. Ve Allahû Tealâ’nın bize Müjde Suresini vermesi, 3 tane “Sana müjdemiz var.” demesi, her birinin 10 kamerî yılı ifade ederek 30 yıl sonra gene 12 Rebiul Evvel’de Allahû Tealâ’nın bir sabah namazının arkasındaki secdede bize bu hakikatleri anlatması, saatlerce ağlamamız... Bunlar hikâye mi zannediyorsunuz? Masal mı anlatıyoruz size zannediyorsunuz?
Konumuzun aslına dönelim. 12 Rebiul Evvel, son derece önemli bir tarih Allahû Tealâ’nın dilinde. Ve hidayet çağının giriş kısmı 30 kamerî yılda tamamlanmıştır. Şimdi gelişme çağındayız.
Güneş batıdan doğmuştur. MİHR kelimesi, “Güneş” demektir. Hamdolsun ki Amerika’da şu anda bir uydudan bütün dünyaya yayın yapıyoruz. Sevgili kardeşlerim! Bu buradaki yayın, Amerika ve Kanada için geçerli. Almanya’dan yaptığımız yayın, bütün Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Asya ve daha ötesi için geçerli. Bütün dünyaya şu anda hidayet anlatılıyor.
Ne diyordu Allahû Tealâ? Diyordu ki: “O gün geldiği zaman, yerden bir dabbe çıkartırız. Söz vaki olduğu zaman.” diyordu.
27/NEML-82: Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten minel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve
onların üzerine (Allah’ın Kitap’ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara
arzdan dabbe çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize
yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.Söz vaki oldu. Allahû Tealâ’nın müjdesi, 12 Rebiul Evvel’de tamamlandı. Ve bir uydumuz, burada, Amerika’da faaliyete geçti. “Yerden çıkardığımız dabbe göklerden seslenecek.” diyor. Göklerden sesleniyoruz. Bütün Avrupa’ya, bütün Afrika’nın kuzeyine, Orta Afrika’ya kadar, Orta Asya’nın ötesine kadar Asya’ya, Avrupa’nın bütününe…
Neden bahsediyoruz sevgili kardeşlerim? Masal mı anlatıyoruz? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dediği, güneş batıdan doğmuştur, dabbetül arz çıkmıştır.
Nur TV, göklerden insanlara seslenen dabbetül arz’dır.
Söz vuku bulmuştur. 30 yılın sonunda bu işlem gerçekleşmiştir. “Söz vuku bulduğu zaman” diyor Allahû Tealâ Neml Suresinde. Öyleyse o söz neydi? 12 Rebiul Evvel’de konunun tamamlanması, müjdenin tamamlanması, gelişme çağına geçiş. Hidayet çağının giriş kısmı tamamlanmış durumda.
Sevgili kardeşlerim! Dikkat edin sözlerimize. Bugüne kadar ne söylediysek hepsi gerçekleşti. Neden? Biz mi söylüyoruz bunları zannediyorsunuz yoksa? Bu kadar çok olayın bir tesadüf olması mümkün mü? Aklınızı başınıza toplayın! Özellikle dîn adamları, sizlere sesleniyorum. Omuzlarınızda son derece ağır bir sorumluluk var. Size inceleyin diyoruz. Belki 100. defa söylüyoruz. İncelemiyorsunuz. İnceleyenler doğruları görünce diğerlerinden çekiniyorlar, kaçınıyorlar. Neden? Allah mı önemli, arkadaşlarınız mı önemli?
Hidayet çağının şu andaki engel olanları sizlersiniz dîn adamları! Aklınızı başınıza toplayın! Bu çağ hidayet çağıdır. Sizler de onun meşaleleri olabilirsiniz. İnkâr edebileceğiniz bir tarafı kaldı mı? Hangi, sizlere ulaştırdığımız ihtara “Senin şurada bir yanlışın var.” diyebildiniz? Size hidayeti anlattığımız zaman sizin zannettiğiniz hidayetle, doğru yolla bunun alâkası var mı? O 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde, hidayet adına ne kadar büyük hatalar yaptığınızın farkında değil misiniz şimdi? Arapça’yı doğru dürüst okuyamayan, Arapça bilmeyen birisi var karşınızda. Ama Kur’ân’ı biliyor. Nasıl biliyor? Hepinizi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayata çağırıyor. Nereden çağırıyor? Bir defa daha söylüyorum, muhterem dîn adamları! Aklınızı başınıza toplayın! Allahû Tealâ ile karşı karşıyasınız. O’nun yanında değilsiniz. Bizim yanımızda değilsiniz. Bizim, O’nunla beraber bizim karşımızdasınız. Bu sizi sadece cehenneme götürmekle kalmaz. Omuzlarınızda şu anda dünyanın en büyük vebali var. 70 milyondan fazla insan, sizin sebebinizle cehenneme doğru gidiyor. Sözlerimiz bu kadar!
Aranızdan kim bizimle konuşmak istiyorsa, her hafta, Türkiye’nin her tarafında, dünyanın her tarafında konferans vereceğiz. Bütün suallerinize teke tek, karşı karşıya cevap vermek üzere… İşte bu hafta, bu Pazar günü Tekirdağ’da konferansımız var; buyurun. Ne soracaksanız sorun, cevap verelim. O zaman aklınızı başınıza toplamanız gerektiğini çok daha net olarak göreceksiniz. İslâm, sizin unuttuğunuz İslâm, o İslâm, sizin bugünkü tatbik ettiğiniz İslâm değildir. O İslâm, Kur’ân’daki İslâm, insanları hidayete götürür. Ve hidayet güneşi, bugün, o bizim kurduğumuz Mihr Vakfı’dır. O bizim ismimizdir: M İ H R.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sözlerimiz burada tamamlanıyor. Ümit ederiz ki bu sefer sözlerimizi ciddiye alırsınız. Mücâdelenizde Allah ile beraber misiniz, yoksa Allah’ın karşısında mısınız, ona karar verin. Bizim bir tane canımız var, Allah yolunda feda olsun! Bu can bu tende kaldıkça, bu dava yürüyecektir. Bu bizim davamız değildir, Allah’ın davasıdır. Ve O’nun karşısında olanlar, ayağınızı denk alın!
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, bir hidayet sohbeti tamamladık. Ve de hidayetin ne olduğunu, bugünkü dîn tatbikatı adı altında sizlere açıkladık. Dînimizin nasıl unutulduğunu, nasıl aslından saptırıldığını, öncü ve en üst seviyede ilmin sahibi olan İslâm’ın, bugün nasıl dünyanın en geri ülkelerini oluşturduğunun sırrını verdik sizlere.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem dünya saadetine hem cennet saadetine ulaştırması için dualar ederek sözlerimizi burada bitiririz.
